Paylaş
1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Türk-Yunan ilişkileri Ege Denizi’nde de gerildi. Yunanistan Ege’de petrol arama faaliyetlerine başlayınca Türkiye’de de benzer çalışma için gemi arayışına girildi. Genelkurmay’ın emriyle, 1942 yılında Nazi Almanyası tarafından Türkiye’ye hibe edilen, 1960’lı yıllarda ise “işçi yatakhanesine” dönüştürülen lojistik destek, arama-kurtarma ve mayın tarama gemisi Hora, gerekli değişikliklerin ardından Ege’ye çıkarıldı.
DENİZLERDEKİ KAHRAMANIMIZ HORA
Hora o kadar ünlendi ki bir toplumsal kahramana dönüştü. 1976 yılında Remzi Jöntürk’ün yönetmenliğinde Fikret Hakan, Meral Orhonsay, Tuncer Necmioğlu gibi isimlerin başrolünü oynadığı ‘Hora’ adıyla bir sinema filmi bile çekildi.
Benim hafızamda, Amerikan yapımı “Süpermen” değil, “Hora” adı denizdeki kahramanlarımdan biri olarak kaldı. Bu vesileyle internetten bulup tekrar izledim, tavsiye ederim. Hora, sonraki yıllarda MTA Sismik 1 adıyla hizmet verdi. Araştırmaları birçok habere konu oldu.
Bir kuşak bu ismi hiç unutmaz. İşte denizlerimizde o günlerde yalnız Hora (MTA Sismik 1) gemisi varken, bugün Fatih, Yavuz ve Kanuni isimli üç sondaj araştırma, Barbaros ve MTA Oruç Reis isimli iki de sondaj gemilerinden oluşan bir filoya sahip olduk.
Karadeniz’de ve Akdeniz’de araştırma yapıyorlar. Sonunda iyi haber Karadeniz’den, Fatih gemisinden geldi. 320 milyar metreküp büyüklüğünde, parasal değeri 65 milyar dolar olarak hesaplanan doğalgaz kaynağı tespit edildi. Bunun değerini bilmek için Hora’nın hikâyesini bilmek gerekir. Hora’yı bilmezsen, bugün sahip olduğun filonun değerini de anlayamazsın.
TOPLUM DÖRDE BÖLÜNDÜ
Karadeniz’de doğalgaz rezervinin bulunmasıyla ilgili açıklama toplumu ikiye değil dörde böldü.
1- Halkın çok büyük bir kısmı mutlu.
2- Halkın bir kısmı da mutlu oldu ama belli etmiyor.
3- Halkın küçük bir kısmı mutsuz oldu ve tepkisiz kaldı.
4- Çok küçük bir kısmı ise hem mutsuz oldu hem de hezeyanlar içinde yapılan çalışmayı küçültmek, önemsizleştirmek, itibarsızlaştırmak derdine düştü.
Burada parti ve siyasi görüş ayrımı yapmıyorum. Yurttaşlar arasında bu tür bir ayrım yapmaktan hoşlanmıyorum ama daha iyi anlatabilmek için şu cümle ile özetleyeyim: Mutlu ve mutsuz olanlar arasında kendine “Atatürkçüyüm” diyen de var, “Muhafazakârım” diyen de. Burada umut verici gelişme, toplumun siyah-beyaz diye ikiyi ayrılmaması. Siyaseti bir kenara bırakıp böyle bir habere sevinenlerin, sevinse de mutluluğunu belli etmeyenlerin çok ama çok büyük bölümü oluşturması.
YETERİNCE İSTERSEN ÇALIŞIRSIN, ÇALIŞIRSAN YAPARSIN
Bulunan doğalgazın nasıl çıkarılacağı, başka kaynakların tespiti, kullanıma sunulması etraflıca tartışılacak ama bunun bir de anlamı var.
Konuyu, “65 milyar dolar”, “320 milyar metreküp”, “2023 yılı” gibi rakamlarla anlatmak yerine toplum üzerine etkisine, anlamına değinmek istiyorum.
Benim bu olaydan çıkardığım sonuç, “Yeterince istersen yaparsın” cümlesidir.
Yıllardır, “Bizden adam olmaz”, “Türk yapamaz”, “Su akar Türk bakar” gibi cümlelerle aşağılık kompleksine giren Türk milleti, bu umutsuzluğu kuşaktan kuşağa da miras bıraktı.
Yapamamaktan daha kötüsü, yapabileceğine inancını kaybetmektir. O zaman başlamadan kaybettin demektir. Başarmak ve sonuç almak içince istemek yetmez, yeterince istemek gerekir. Yeterince isteyen de çalışıp başarır.
‘YOK’ DENİLEN KAYNAK
O yüzden doğalgazın bulunmasının yanında toplumda yarattığı etkiye bakmak gerektiğini düşünüyorum Bu da iki açıdan önemli: Birincisi, hep “yok” denilen yeraltı enerji kaynaklarının var olduğunu gördük. İkincisi, bu kaynakları bulma ve çıkarma kapasitesine sahip olduğumuzu anladık.
Bunun üç kelimelik özeti ise “Yeterince istersen yaparsın”.
ÖZGÜVENİ ÖRSELENEN TÜRK MİLLETİ
KUrtuluş Savaşı gibi bir mücadeleyi kazanan Türk milleti, ekonomik kalkınmaya gelince birçok engelle karşılaştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk milletine kazandırdığı özgüven sonraki yıllarda çok örselendi. Sadece rakip görülen yabancı ülkeler tarafından değil, kendi içimizden de baltalandık. 1920’lerden başlayarak Vecihi Hürkuş’un, 1940’larda Nuri Demirağ’ın yerli uçak projeleri, Nuri Killigil’in silah üretme çabaları, 1960’larda Devrim otomobili, 1970’lerde yerli sanayi hamlesi, petrol arama çalışmaları hem içeriden hem dışarıdan baltalandı. Bu çabaların sergilendiği dönemin gazete ve dergilerine bakın. Anlı-şanlı, ünlü gazetecilerin yerli üretime karşı nasıl küçültücü yazılar yazdıklarını görürsünüz. Yabancıların ve onların ortağı olan ithalatçı sermayenin beslemesi basın ve gazeteciler, tüm milli projelerin karşısında durdu.
DARBEYİ YAPTI OTOMOBİLİ YAPAMADI
Mesela Devrim otomobili yolda kaldıysa, benzini olmadığı için değil, yabancı sermaye lobilerinin devletin içine sızmış uzantısı bürokratlar, onlarla işbirliği yapan ve güdümünde kalan siyasetçiler yüzündendir. Cemal Gürsel, 27 Mayıs cuntacılarının başına geçip darbeye liderlik yaptı, devlet başkanı oldu ama içerideki emperyalizm ve iş dünyasında, siyasette, bürokraside ve basındaki uşakları, bizzat emir verdiği ve çok istediği “Devrim” otomobilini ona tamamlatmadı. Devrim otomobilinin hikâyesi Gürsel’in, “Garp kafasıyla otomobili yaptık ama Şark kafasıyla benzin koymayı unuttuk” sözüyle noktalandı. Üretilmiş otomobil projesini çok istediği halde ısrarcı olmadı, devam ettirilmesini sağlayamadı.
İSİMLER DEĞİŞİK, KAFA AYNI
Bugün doğalgaz rezerviyle ilgili kimi marjinal tiplerin tepkileri, Devrim otomobiline, Nuri Demirağ’ın uçak projesine gösterilen tepkilerle aynı. İsimler değişse de bazı kafalar aynı. Yerli İHA ve SİHA üretildiğinde de benzer tepkiyi verdiler, “Doğalgaz bulundu” dendiğinde de. Yarın daha zengin enerji kaynakları bulunsa da aynı şeyleri söyleyecekler. Bunların zararı yalnız kendilerine ve yetiştirdikleri çocuklarına. Oysa bugün gücünün ve kapasitesinin farkına varan bir Türkiye var. Çok önemli projelerde gençler çalışıyor ve başarıyorlar.
Yani bana göre mesele doğalgazın keşfinin çok ötesindedir, asıl mesele kendi gücünü keşfetmektir.
Paylaş