Paylaş
Tanzanya'da, Ngorongoro Koruma Parkı içinde yer alan ve aynı adla anılan bu doğa harikası krater, yapısıyla ve güzelliğiyle görenleri büyülüyor. Yaklaşık 20 kilometre çapındaki çukur, kendisini dış dünyadan ayıran 600 metre yüksekliğinde, ağaçlarla kaplı bir duvarla çevrili. Doğu Afrika'da yaşayan hemen her tür hayvanın bulunduğu bu doğa harikası yeri, 19. yüzyılın başlarına dek Nuh'un Gemisi veya Cennet Bahçeleri ile kıyaslamak bile mümkünmüş. Ancak son model silahları ve koruma - gelecek konusunda tamamen bilinçsiz ve düşüncesiz bir yaklaşımla bölgeye gelen Büyük Beyaz Avcılar!, bütün Doğu Afrika'da olduğu gibi, buradaki doğal hayatı da ellerinden geldiği kadar kırmışlar. Krater, 1978 yılından bu yana Dünya Mirası olarak kabul edilmiş ve tamamen koruma altına alınmış.
Yine de bugün, Ngorongoro'yu ziyaret edenler, Aslan, Leopar, Çita, Fil, Gergedan, Manda, Zebra, Wildebeest, Gazel, İmpala ve kraterin dibindeki sodalı göl Magadi'de yaşayan Flamingoları yakından görebiliyorlar. Kraterin dik duvarlarına rağmen, Krater ile Serengeti arasında ciddi bir göç hareketi var. Aslında yılın her zamanı burada su bulunduğu için bazı hayvanlar her yıl çıktıkları o muhteşem göçe katılmıyorlar ve yılın 12 ayını da burada geçiriyorlar.
Serengeti Ulusal Parkı'nın kapladığı yaklaşık 15.000 kilometre karelik alan, Kenya'daki Masai Mara Hayvan Rezervi ile birleşiyor ve Doğu Afrika'nın en önemli doğal parkını oluşturuyor. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar toynaklı hayvanı bir arada görmek mümkün değil. Wildebeestler sayıları iki milyona ulaşan sürüleriyle, bu bölgenin en kalabalık otçul hayvanı. Doğal olarak da, Aslan, Leopar, Çita, Sırtlan gibi etçil hayvanların da besin zincirinde en önemli yeri tutuyor.
Wildebeestler, Zebralar, Gazeller, her yıl 800 kilometrelik muazzam bir göç yapıyorlar. Saat yönünde dairesel bir hareket şeklinde olan bu göç, güneydoğudaki düzlüklerden başlayıp, batıdaki ağaçlık alana, sonra Kenya'nın Masai Mara'sını geride bırakıp, yağışların geri dönmesiyle tekrar güneye, güneydoğudaki düzlüklere geliyor. Pek çok tehlikeyle dolu olan bu uzun ve zorlu göçü yüzlercesi tamamlayamıyor, timsahlarla dolu nehirlerde boğuluyor, ya da sürüleri takip eden vahşi hayvanlara yem oluyor.
Yağış mevsimi sona erdiğinde, genellikle Zebralar önden gidiyor ve yüksek otları yiyorlar. Arkalarından gelen Wildebeestler orta boy otlarla besleniyor ve son olarak ta Gazeller kısa otları yiyerek göçü tamamlıyorlar. Bu dairesel ve sıralı göç, doğanın verdiği olanaklar dahilinde en kalabalık hayvan topluluğunun beslenmesini sağlıyor. Bugün Amerika'da bazı büyük çiftliklerde de hayvan yetiştiricileri benzer bir metod kullanılıyor.
Vahşi ama adil doğanın muhteşem dengesini ve uyumunu kendi gözlerinizle görmek istiyorsanız, bir gün Afrika'nın bu olağanüstü parklarını ziyaret edin. Belgesellerde, televizyon ekranından, dergi sayfalarından gördüğünüz katıksız doğayı kendi gözlerinizle yaşamak bambaşka bir tecrübe olacak...
İnsan nasıl insan oldu
M. İlin ve E. Segal, 'İnsan Nasıl İnsan Oldu' adlı ünlü kitaplarında Gorki'ye anlatırken şöyle der; Şimdi uçsuz bucaksız uzayı gözünüzün önüne getirin. Yıldızların, bulutsuların doldurduğu uzayı. Bu devler devi bulutsulardan birinde Güneş alev alev yanıyor. Güneşten gezegenler kopuyor. Küçücük bir gezegende madde canlılaşıyor, kendi bilincine varmaya çalışıyor. Bunun sonucunda ortaya insan çıkıyor.
Kendini, kendi bilincine varmaya çalışan bir insan olarak algılayan herkese, 1936 yılında yazılan bu çok hoş anlatımlı kitabı okumayı öneririm. Birinci bölümü, yer kabuğuna atfen 'taş sayfalı kitap' ön başlığıyla başlayan yaklaşık 400 sayfalık kitap boyunca, tarihin bilinmezliklerinden 1600'lü yıllara değin insanın öyküsü anlatılıyor.
İnsan bir devdir
Bu dünyada bir dev var.
Bu devin öyle kolları var ki, hiç güçlük çekmeden bir lokomotifi kaldırabilir.
Bu devin öyle ayakları var ki, günde binlerce kilometre koşabilir.
Bu devin öyle kanatları var ki, bulutlar üzerinde, kuşların çıkamadığı yüksekliklerde uçabilir.
Bu devin öyle yüzgeçleri var ki, su altında balıklardan daha iyi yüzebilir.
Bu devin öyle gözleri ve kulakları var ki, görülmeyenleri görür, başka bir kıtada konuşulanları işitir.
Bu dev o kadar güçlüdür ki, dağları delip geçer ve dolu dizgin akıp giden suları durdurur.
Bu dev yeryüzünü istediği gibi değiştirir, ormanlar diker, denizleri birleştirir, çölleri sular.
Kimdir bu dev?
Bu dev insandır.
Acaba insan nasıl dev oldu, nasıl dünyanın efendisi oldu?
İlin ve Segal böyle başlıyorlar ve bu sorunun cevabını arıyorlar.
nmahruki@hurriyet.com.tr
Fax: (0212) 677 04 21
Paylaş