Paylaş
Sinema ya da müzik... Film ya da şarkı... Popüler kültürün en güçlü alanları bunlar. Birbirlerini etkilemeleri ya da birbirlerinin içinden geçmeleri, durmadan kesişmeleri de çok normal. Hep böyle olmuştur; dünyada da, bizde de...
Marilyn Monroe mesela ya da Marlene Dietrich; ikisi de dünya sinemasının en namlı yıldızları. Ama çok da şarkı söylediler. Dietrich’in durumu biraz farklıdır gerçi; tıpkı bizim Ajda Pekkan gibi şarkıcılıktan oyunculuğa geçmiştir ama bu alanda dünya çapında bir üne eriştikten sonra da müziği tutabildiği her yerde yakalamıştır.
Fransızlar ise daha da abartmıştır bu işi. Jeanne Moreau, Catherine Deneuve, Isabelle Adjani gibi ünleri ve oyunculukları karşısında herkesin önünü iliklediği isimler, kayıt stüdyolarının yolunu tutmuş, şarkı söylemişlerdir. Bunun tersi de doğrudur. Çok başarılı şarkıcılar da sinema dünyasına geçmiş ve orada kalıcı bir yer edinmişlerdir. Frank Sinatra mesela ya da Cher, Madonna. Bizde de durum aynıdır. Sıklıkla Yeşilçam şarkıcı transfer etmiştir ya da müzik dünyası Yeşilçam’dan oyunculara el koymuştur.
Yeşilçam’da müzik
Bu işin bizdeki başlangıcı 30’lu ve 40’lı yıllardaki Mısır filmlerine kadar çekilebilir. Büyük bir furya haline gelen bu müzikal filmlerde şarkılar, önceleri orijinal hallerinde, yani Arapça olarak yer alırdı. Ama sonraları, dönemin siyasetçilerinin getirdiği bazı yasaklar sebebiyle bu şarkılara Türkçe söz yazılmaya ya da özel olarak besteler yapılmaya başlandı. İşin bu safhasında da Münir Nurettin Selçuk ve Müzeyyen Senar gibi, sonraları iki ulu çınar haline gelecek isimler dahil oldu işin içine. Kimileri, 60’larla birlikte yükselişe geçecek arabesk türünün başlangıcını da bu filmlere kadar çeker; ama bu ayrı bir konudur. Sonraları başta Erol Büyükburç ve Nuri Sesigüzel olmak üzere çok sayıda ünlü ve popüler isimle sürdü bu dalga.
Dalganın sinemadan müziğe doğru olanı da her zaman güçlüydü. Bir mankenken şarkı da söylemeye başlayan -ve sonra sinemaya da dahil olan- Lale Belkıs, bu alanda sözü edilmesi gereken isimlerin başında gelir. Çok kalıcı işler yaptı, (Doğduğum Ev’ ve ‘Yalnızlığımı Hissettiğim Zaman’ gibi) çok iyi şarkılar söyledi. Mankenlikten müziğe geçmiş Mine Kürkçüoğlu (‘Haftaya’) ve bir gazetenin yarışmasında ‘Sinema Güzeli’ seçilerek Yeşilçam’da ünlenmiş Sevda Karaca da (‘Tanımazsın Beni’) sonraları Belkıs’ı takip eden isimler oldu.
Hülya Avşar’dan Demet Akalın’a...
Yeşilçam’ın 60’ların sonu/70’lerin başında yaşadığı kriz sebebiyle Muhterem Nur, Ayhan Işık, Göksel Arsoy, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik ve Filiz Akın başta olmak üzere çok sayıda yıldızın, peşin para veren gazino sahnelerini şenlendirme hikâyesi de var tabii. Sonrasında Hülya Avşar da yaptı bunu.
Nispeten daha yakın tarihli örnekler de var. Ayşe Hatun Önal; yaptıklarını sevin/sevmeyin, şarkı söyleme işini çok ciddiye aldı ve hâlâ da çok aktif. Ve Demet Akalın tabii; mankendi ama şarkı söylemeye başladı. Israr etti ve 2000’ler ile 2010’ların büyük yıldızlarından biri haline geldi. Gizem Özdilli, Ebru Destan gibi mankenler de denedi bu işi. Olmadı, başaramadılar ayrı konu ama denediler.
Bugünlerde durum ne?
Günümüzde de sürüyor bu eğilim. Ama tabii çağ gereği, daha çok dizi oyuncuları vasıtasıyla. Bu konuyu en ciddiye alan isim sıkı müzisyenlerimizden Aykut Gürel. İlk olarak Bergüzar Korel ile çalıştı ve kendisiyle ‘Aykut Gürel Presents Bergüzar Korel’i yaptı. Özel olarak Sezen Aksu şarkılarından oluşan albüm gayet de iyiydi. Tıpkı Gökçe Bahadır ile yaptığı albümde olduğu gibi.. Bu sefer de solistinin sesine uygun şarkıları seçmişti Gürel ve meseleyi “Artistlik olsun”un ötesine taşımayı bilmişti.
Bu iş sadece bir ‘artistlik meselesi’ mi? Seda Bakan, Defne Samyeli, Goncagül Sunar ve Gökçe Bahadır, ekrana olduğu kadar sahneye de yakışan isimlerden... Ama kalıcı olup olmayacakları yapacaklarına bağlı.
VJ’likten dizi oyunculuğuna geçen Seda Bakan (‘Mendilimin Yeşili’ne Ekşi Sözlük’te çok fazla insan takmış), kendisine farklı hatta alternatif bir müzikal yolculuk öngören Goncagül Sunar da (ki ‘Çemberimde Gül Oya’ gibi çok fazla kişinin seslendirdiği bir şarkıyı dahi farklı kılabilmişlerdendir) müziği ciddiye alan isimlerden. Kalıcı olup olmayacakları yapacaklarına bağlı.
Şarkı söylemeyi seven ama bu işi oynadıkları diziler öyle gerektirdiği için yapanlar da var. İrem Helvacıoğlu, Kıvanç Tatlıtuğ, Serenay Sarıkaya, Tolga Sarıtaş, Fahriye Evcen bu isimlerden bazıları.
Cem Karaca’nın ‘Parka’sına yeni bir ruh vermiş Şevket Çoruh, bulabildiği her fırsatta şarkı söyleyen, gönlüne göre şarkı bulduğunda da harikalar yaratan Olgun Şimşek ve koca bir filmde gayet efendice şarkı söyleyen Farah Zeynep Abdullah da var bu konunun iyi tarafında. Ama yazıyı ‘eski bölüm özeti+yeni bölüm’e çevirmeden de noktayı koymak gerekir.
Popüler kültürün en güçlü alanları bunlar. Birbirlerini etkilemeleri ya da birbirlerinin içinden geçmeleri, durmadan kesişmeleri de çok normal.
Şapkadan tavşan çıkarmadım
Bergüzar Korel ve Gökçe Bahadır ile işbirliğine giden ünlü müzisyen Aykut Gürel, aldığı eleştirilerin yersiz olduğunu söylüyor:
“Bir oyuncuya albüm yapmak bir dişçiye albüm yapmak gibi değil.”
Bu tür hareketler eskiden de olurdu ufak tefek. Ama önce şunu tespit etmek lazım, bu insanlar bir yerden başka bir yere gitmiyorlar. Zaten var olan normal işlerini yapıyorlar. “Zaten ünlü olan biriyle yola çıkayım da ticari olarak bir gol önde başlayayım” diye de yapılmadı bu albümler. Burası bir linç ülkesi ya; sağda solda olumsuz yorumlar gördüm: “Herkes kendi işini yapsın” minvalinde. Bir oyuncuya albüm yapmak bir dişçiye albüm yapmak gibi değil. Show business’le ilgili fikirleri, birimkimleri var. Götürdüğüm projeler Bergüzar Hanım’a da Gökçe Hanım’a da çok yakıştı. Şapkadan tavşan çıkarmadım. Uzun süredir kendimi Türk pop dünyasına ait hissetmiyorum. Uzun soluklu; yakışıklı bir yapayım istedim. Yeter ki beni heyecanlandırsın. Şu anda masada beni böyle heyecanlandıran başka proje yok. Ama bu, kafamda hiç hinlik olmadığı anlamına da gelmiyor.
Paylaş