Paylaş
Zenginlerin iftar sofraları son zamanlarda eleştirilere uğruyor. Oysa ramazan, eskiden beri zenginlere özel sorumluluklar getiriyor.
İSLAM’ın ilk dönemlerinde “bir hurma, bir bardak süt ve birkaç parça katık” ile tamamlandığı söylenen, o idealize iftarlardan hareketle, pek çok kişi ramazanda zenginlere tevazu dersi vermeye başlar. Beklenti, zenginlerin fakirlerin hallerine bürünmeleridir bir bakıma. Halbuki, Osmanlı ramazan kültüründe zenginlerden beklenti, fakir gibi davranmaları değil; tam tersine fakirlere kendileriyle aynı sofrada, aynı yemekleri yeme imkanı sunmalarıydı. Yani amaç, bir aylığına da olsa fakirlerle zenginler arasındaki fark azaltmaktı. Tabii, zenginlerin fakir rolü yapmasıyla değil, fakirlerin zengin sofralarına misafir olmalarıyla...
KİLER TELAŞI
Ramazanda en zenginlerin 30 gün, orta halli zenginlerin 15 gün iftar yemeği vermesi adetten sayılırdı. Bu bir kural değildi elbette; ama zenginlerin üzerindeki sosyal beklentiyi anlamak açısından önemlidir. Hal böyle olunca zaten kalabalık bir nüfusa sahip ‘ekabir’ konaklarında, ramazan yaklaşırken büyük hareketlilik ve koşuşturma yaşanırdı. Samiha Ayverdi (1905-1993), 1973 tarihli ‘İbrahim Efendi Konağı’ adlı eserinde, Osmanlı’nın son dönemindeki ramazan hazırlıklarıyla ilgili hatırlarını şu satırlarla anlatır: “Çamaşır yıkanır, ütü yapılır, tahtalar fırçalanır, evler temizlenir, kilerler elden geçer, iftarlıklar sahurluklar, raflara dizilir; çarşı pazar işleri, biçki dikiş meseleleri bir düzene bağlanırdı... Kiler işine gelince (...) o uçsuz bucaksız taş odalarda neler yoktu?” Abdülaziz Bey’in (1850-1918) ifadesiyle, ramazan gecelerinde evler, herkesin kudretine göre birer “darü’l-tabak” yani ‘ziyafet evi’ haline gelirdi.
KAYITLI MİSAFİRLER
Kültür araştırmacısı Münevver Alp’ten öğrendiğimize göre, Osmanlı’nın son dönemlerinde “yalnız zenginlerin değil, orta halli ailelerin bile defterli dulları, bekârları vardı. Halinden, geçiminden ve muhtaçlığından kimseye şikâyet etmeyen ‘fıkarayı sabirin’ denilen bu kimselere... hem ramazan masrafı dağıtılır, hem de iftar verilirdi. Defter tutabilecek durumda olan aile reisi, defterindeki kayıtlı (...) dul ve fakirlerine (...) ramazandan bir hafta evvel gerekli erzağı götürüp o aileyi sevindirirdi.” Öte yandan, yardım yapılsa dahi, zenginler fakirleri ayrıca iftara davet ederlerdi. Kimileri zengin, orta halli ve fakir misafirleri birlikte yedirirlerdi. Bu, camilerdeki sınıfsız birlikteliği yansıtırdı. Ne var ki, aynı uygulama, yerini sınıf farklılıkların sergilendiği iftar sofralarına bırakabiliyordu. Kimi zengin konaklarında birden fazla sofra kurulurdu. Birinci sofra ‘ekabir’ takımı, ikinci sofra ‘hanımefendi’nin misafirleri, üçüncü sofra ise mahalle görevlileri ve fakirler içindi.
GİR, YE, ÇIK
Bu uygulama ayrımcıydı elbette, ama bir ay boyunca mideleri bayram eden gariplerin, bu durumdan şikâyetçi olduklarına dair bir ize rastlanmaz. Pek çok konakta, iftar sofrasına oturmak için “Tanrı misafiri” olmak yeterliydi. Bu teklifsiz serbestliği Refik Halit Karay’ın (1888-1965), ‘Üç Nesil, Üç Hayat’ kitabından okuyalım: “Büyük konakların iftar sofrasında yer almak için tanıdık olmaya lüzum yoktu ki... Gözüne kestirdiğine girerdin. Kimse kim olduğunuzu, nerede, ne münasebetle tanışıldığını, isminizi ve işinizi sormazdı. Sadece kapıda duran ağa, kılığınıza, kıyafetinize bakarak, size yer gösterirdi: Ya büyük sofrada, ya orta sofrada, yahut da alt katta, kahve ocağı sofrasında... Otur masanın bir kenarına; istersen ne konuş, ne dinle; yaranmaya çalışma; sekiz on türlü yemekten, tıka basa karnını doyur; kahveni iç; usulcacık sıvış, git... Kimse farkında olmaz, onlar dahi işi acayip bulmazdı. Otuz gün ramazanı böylece, yabancı konaklarda iftar etmek suretiyle lord gibi geçiren binlerce adam vardı!”
GEÇMİŞTEN GELECEĞE
Tarihten hareketle şunu söyleyebiliriz: Zenginlerin iftar geleneğini ayrımları yumuşatmaya yönelik biçimde sürdürmek de mümkün, sınıf farklılıklarının altını çizecek biçimde sürdürmek de... Varlık gösterisi veya fakirlere ikram... Tüm ritüeller, sizin onlara yüklediğiniz anlamlara ve niyetinize kalıyor.
Paylaş