Paylaş
GİZEMLİ TELEFONLAR
1914 Haziranı’nda Saraybosna polis merkezini telefonla arayan bir kişi, ısrarla üst düzey bir yetkiliyle görüşmek istediğini belirtiyordu. Polisler konunun ne olduğunu sorsalar da telefondaki isimsiz kişi, vereceği önemli bilgiyi ancak en yetkili kişiyle paylaşabileceğini söyledi. Bu durum bir kaç kez tekrarlansa da ne polisler onu amirleriyle görüştürdü, ne de meçhul adam onlara meseleyi anlattı. Ardından aramalar kesildi ve anlatılacaklar tarihî önemde bir sır olarak kaldı.
SUİKAST ÖNLENEBİLİR MİYDİ?
Polis memurları bu gizemli telefonları amirlerine iletselerdi belki her şey çok farklı gelişebilirdi. Çünkü arayan kişi muhtemelen Avusturya-Macaristan veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’ın, Bosna gezisinde suikaste uğrayacağını ihbar edecekti. İşin garibi bu ihbar yerine ulaşmasa bile veliaht prens ve eşi, 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da suikastten, hem de bombalı bir saldırıdan kurtuldu. Çünkü atılan bomba patlasa da araçlarına isabet etmemişti. Saldırgan, siyanür içip intihara kalkıştı ama canlı yakalandı. Yani talih bir kez daha Ferdinand’ın kapısını çalmıştı. Ama çok vahim bir kararla “karizmayı çizdirmemek” uğruna, sanki bir şey olmamış gibi ziyaret sürdürüldü. Oysa şehirde birden fazla suikast timi vardı. Üstelik prens ve eşinin olduğu araçtaki sürücü yolları iyi bilmiyordu. Ve sonuçta hepimize ilkokulda öğretilen o meşhur olay gerçekleşti: “Sırp tedhişçisi Gavrilo Prinçip, Avusturya-Macaristan veliaht prensini Saraybosna’da öldürünce I.Dünya Savaşı çıktı!”.
(Bu standart ifade, ilkokul yıllarında çoğumuzun aklını karıştırmıştır: Sırp neydi? Tedhişçi ne demekti? Tek bir kişi öldü diye neden tüm dünya birbiriyle savaşmıştı? Bir veliaht –nasıl bir şeyse- neden bu kadar önemliydi? O vurulunca biz niye savaşa girmiştik?)
KOSOVA’NIN YILDÖNÜMÜ
Arşidük’ün öldürüldüğü tarih, aslında herhangi bir gün değil, Osmanlı zaferiyle sonuçlanan Kosova Meydan Savaşı’nın yıldönümüydü. Sırplar, 28 Haziran 1389’da Sultan Murat’ı savaş meydanında hançerleyerek öldüren Miloş Obiliç’i 1914 yılında farklı bir gururla anıyor, hemen her yerde kutlamalar yapıyorlardı. Çünkü I.Balkan Savaşı’yla Kosova yeniden Sırpların olmuş; 523 yıl sonra Osmanlı’dan intikam alınmıştı!
MİRASÇILARIN KAVGASI
Osmanlı’dan sonra II.Balkan Savaşı’nda Bulgarları da yenen Sırplar için sırada Bosna-Hersek’i topraklarına katan Avusturya’yı kovmak vardı. İşte Arşidük, Sırp-Slav milliyetçileri tarafından 28 Haziran’da bunun için öldürülmüştü. Yani, meselenin temelinde Balkanlardaki Osmanlı mirasından aslan payını kapma, bölgenin hakimi olma mücadelesi vardı. Suikastçileri yakalayıp bağlantılarını ortaya çıkaran, Bölgenin “büyük abi”si Avusturya-Macaristan, 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a savaş açtı. Rusya, Sırbistan’a desteğini göstermek için seferberlik ilan etti. Buna karşı çıkan Almanya, bir hafta içinde Rusya’yla ve Rusya’nın Batı’daki müttefikleri Fransa ve İngiltere’yle savaş halindeydi! Balkanlar’da yakılan bir fitille Avrupa, bir anda yangın yerine dönmüştü. Üstelik bu yangının nerelere yayılacağı da henüz belli değildi.
KORKAK CESURLAR
Tabii I.Dünya Savaşı’na yol açan tek olay bu suikast ve Balkanlardaki hegemonya mücadelesi değil. Dönemin egemenlik anlayışından iç politikaya varıncaya kadar farklı etkenler vardı. Ama silahlanma yarışı ayrı bir öneme sahipti. Birbirleriyle 1871’den beri, yani 43 yıldır savaşmayan Avrupa güçleri, endüstri devriminin ve emperyalizmin getirdiği abartılı bir özgüvene sahip olsalar da aslında hayli tedirgindiler. Teknoloji hızla ilerlemiş; büyük savaş gemileri, denizaltılar, tanklar, makineli tüfekler, demiryolları derken silahlanma yarışı çılgın boyutlara ulaşmıştı. Bu yarışta herkes rakibindeki savaş gücünün yenilemez noktaya ulaşmasından çekiniyordu.
KÖŞE KAPMACA
Savunma için herkes kendisine müttefik arayışındaydı. Almanlar ve Avusturyalılar Rusların; Fransızlar ve İngilizlerse Almanların artan gücünden korkuyordu. Alman Şansölyesi Von Bethmann-Hollweg, “Rusya büyüyor da büyüyor, üstümüze bir karabasan gibi çöküyor” diyordu. Genelkurmay Başkanı Moltke’yse, Alman ekonomisinin bu silahlanma yarışını uzun süre götüremeyeceğini düşünüyor, eğer bir savaş olacaksa bir an önce başlamasını yeğliyordu. Üstelik ‘en iyi savunma, hücümdür’ ilkesi, Avrupa’nın kurmay subayları arasında revaçtaydı. Hepsi, yıllardır düello için eli tabancasında bekleyen kovboylar gibiydiler: O yeni silahları ilk kim çekecekti?
HIZLI VE ÖFKELİ
Pek çok komutan yeni teknolojiler sayesinde artık savaşların çok hızlı sonuçlanacağını düşünüyor; bu nedenle ilk harekete geçen olmak için adeta saatleri sayıyordu. Savaşın tüm dünyayı kasıp kavuracak dört yıllık bir felakete dönüşeceği muhtemelen çoğunun aklından geçmiyordu. Örneğin, Alman Kaiser’i yaz sonunda askerlerini savaşa uğurlarken “yapraklar dökülmeden eve dönmelerini” bekliyordu! Elbette bu sözler propaganda amacı taşısa da dönemin askeri anlayışını yansıtır. Nitekim Enver Paşa 14 Temmuz’da, Kazım Karabekir’e şunları söylemişti: “Harpte en mühim amili unuttun: Sürat! Alman orduları yıldırım hızıyla Fransa’yı ezerek onu safdışı bırakabilir. İşte harp talihine en mühim tesir edecek de bu olacaktır.”
KİMDEN YANA OLMALI?
Avrupa hakkında bu değerlendirmeleri yapan sadece Harbiye’nin genç nazırı Enver Paşa değildi elbette. Hemen herkesin aklındaki soru, Osmanlı’nın hangi tarafta yer alması gerektiğiydi. Osmanlı ordusu, Almanlarla bir süredir içli dışlı olsa da savaş kapıya dayandığında ortada henüz resmi bağlılık antlaşması yoktu. Ayrıca, donanma için İngilizler’den danışmanlık alınıyordu ve Osmanlı savaş gemileri İngiliz tersanelerinde üretiliyordu. Peki ama bu şartlar altında tarafsız kalınamaz mıydı? İki büyük bloğa ayrılmış Avrupa’nın savaşında bizim ne işimiz vardı? Onlar birbirlerini tüketirken bir sessizce olan biteni izleyip, kazançlı çıkamaz mıydık? Balkan Savaşı’ndan daha yeni çıkmışken yeni bir maceraya gerek var mıydı? Dilerseniz bu soruların yanıtlarını bir sonraki yazımızda bulmaya çalışalım.
Paylaş