Paylaş
DİRENEN KOMUTANLAR
13 Kasım 1918’de İstanbul’a giren İşgal Kuvvetleri, ülke genelinde silahlı kuvvetlerin pasifize edilmesi emrini vermişti. Ama bu karara karşı çıkan ve direnen çok sayıda üst düzey komutan vardı: 9.Ordu Komutanı Yakup Şevki (Subaşı) Paşa, 6.Ordu Komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa ve 2.Ordu Komutanı Nihat (Anılmış) Paşa bunlardan bazılarıydı. Ne var ki işgalcilerin baskısıyla ordular dağıtılacak; komutanları İstanbul’a çağrılacak ve direnenler tutuklanacaktır.
İşgalciler bir yandan da Türkleri İstanbul’dan çıkarmayı planlıyordu. Bu plana karşı ilk protestolardan biri İstanbul Belediyesi Genel Meclisi’nden geldi. Meclis-i Mebusan ise 28 Ocak 1920’de Misak-ı Milli’yi kabul etti. Bunun üzerine İstanbul, fiilen işgale uğradı (16 Mart). Meclis, makineli tüfeklerle basıldı ve dağıtıldı; resmi kurumlara girildi; sıkıyönetim ilan edildi. Basılan karakollarda şehitler verilirken Üsküdar’dan Tuzla’ya kadar pek çok yerde halka yönelik baskılar ve tutuklamalar başladı.
MECLİSE KARŞI FETVA
İşgal Kuvvetleri, tüm bunların yanında halkın TBMM ve Ankara Hükümeti’yle bağını koparmaya çalışıyordu. İşgalcilerin ‘söz dinleyen’ Damat Ferit kabinesindeki şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öldürülmesine izin veren eden fetvayı onayladı. 11 Nisan 1920’de yayınlanan bu fetvaya göre Milli Mücadele’nin liderlerini katletmek ‘meşru ve farz’ idi, ayrıca onları öldürenler şehit kabul edilirdi! Bu fetva Anadolu’da karşılık bulmayacak; 150 kadar din adamı, Ankara Müftüsü’nün karşı fetvasını onaylayacaktır. (Dürrizade 1922’de önce Rodos’a, oradan İtalya’ya kaçmıştır). Damat Ferit ise hazırlattığı ‘Kuvayı İnzibatiye’ isimli orduyu Milli Kuvvetler üzerine sürdü. Yani Milli Kuvvetler, işgalcilerden önce kendi milletinden askerlerle savaşmak zorunda kaldı. (Bu ordu yenilmiş; askerlerin bir kısmı firar etmiş, diğerleri Milli Mücadele’ye katılmıştır.)
YEŞİLKÖY’DEKİ PİLOTLAR
Milli Mücadele tarihinin öne çıkmayan bir konusu da havacılardır. Türk pilotları, işgal sırasında el konmasını önlemek amacıyla Yeşilköy civarındaki Tayyare İstasyonu’ndan kurtarabildikleri uçakları ve malzemeleri deniz yoluyla Maltepe’ye götürmüşlerdi. Ne var ki Damat Ferit’in onlardan çok farklı fikirleri vardı: Uçaklar, Milli Mücadele askerlerinin şevkini kırmaya yönelik propaganda bildirileri dağıtabilir, hatta gerekirse bombalama faaliyetlerine katılabilirdi. Bu durum karşısında pilotlar uçakları Anadolu’ya kaçırmayı amaçlasalar da muvaffak olamadılar. İstanbul Maltepe’deki uçaklara el konulurken kimi subaylar tutuklandı. Yine de pek çoğu Anadolu’ya geçmeyi başardı ve Milli Mücadele’nin Konya Tayyare İstasyonu’ndaki hava kuvvetlerine katıldı. Hava unsurları, Büyük Taarruz’da keşif uçuşları başta olmak üzere önemli görevler üstlenecektir.
GEÇMİŞLE BARIŞMAK, BUGÜNÜ KURTARMAK
Türkiye, yıllar içinde öyle bir zihinsel yarılmaya uğradı ki, kimileri aslında “Kurtuluş Savaşı” diye bir şey olmadığını dahi öne sürebildi. Onlara göre tüm yaşananlar, hilafeti kaldırıp ülkenin başına kendi adamlarını getirmek isteyen Batılıların sahnelediği bir oyundan, danışıklı dövüşten ibaretti! Yukarıda çok küçük bir bölümünü andığımız onca mücadeleyi, acıları ve tabii on binlerce şehidi yok saymak; Mustafa Kemal [Atatürk]’ü ve arkadaşlarını topyekûn Batı ajanı, Milli Mücadele’yi de tiyatro oyunu ilan etmek ne akla sığar, ne de vicdana. Ama kimi çevrelerde Atatürk’e ve onun dönemine yönelik kızgınlık ve nefret, aklıselimi unutturmuş; Kurtuluş Savaşı’nı dahi reddedecek hale getirmiştir.
Bugün de ‘Kurtuluş Savaşı bir kurgudur’ abukluğunun bir türevi gündemde. İktidarı en açık şekilde eleştiren askeri uzmanlar bile 15 Temmuz darbe girişiminin bir ‘tiyatro’ olmadığını tekrar tekrar söylüyor. Ama bazı yerli-yabancı sosyal medya guruları, yaşadıklarımızın iktidar tarafından kurgulanmış olduğundan gayet eminler! Ortada görüntüler, tanıklıklar ve hayatını kaybeden onca insan olması bir şey değiştirmiyor. Kimi çevrelerde Cumhurbaşkanı’na ve iktidara yönelik kızgınlık ve nefret, aklıselimi unutturmuş durumda.
Tarihe bakışımızın, bugünümüz ve geleceğimiz üzerinde sarsıcı etkileri var. Karşılıklı aşağılama ve nefret sarmalı, bizi her türlü çatışmaya ve ‘oyuna’ açık hale getiriyor. Bu nedenle takıntılarımızdan kurtulup sadece birbirimizle değil, geçmişle de barışmalıyız. Vakit kaybetmeden, hemen…
Paylaş