Star Wars ve Karanlık Taraf

Gelin, koltuklarımıza kurulalım ve günümüzden 4000 yıl sonrasına gittiğimizi hayal edelim.

Haberin Devamı

HEYECAN VERİCİ BİR BULUŞ

 

Günümüzden 4000 yıl sonra… Anlı şanlı medeniyetimiz bildiğimiz haliyle çoktan yeryüzünden silinmiş. “Unutulmaması icap eden şeyler yitip gitmiş. Tarih efsaneleşmiş, efsaneler masal olmuş”… Bir arkeoloji ekibi kazılarında antik bir depo buluyor. İçi kitaplar ve tabletlerle dolu. Duvarlarda resimler, etrafta heykeller, kıyafetler, süs eşyaları, gündelik eşyalar... Ayrıca raflarda küçük boyda figürler var. Hepsinin altında isimleri yazıyor. Ekipteki dil bilimci heyecanla bağırıyor: “Durun! Yazıtlardaki isimleri çözdüm: Star Wars, yani yıldız savaşları! Lu-uk Sıkayvoll-kırrr… O-bi van ke-noo-bii… Prenses Leiiiya…” 

 


BİLİMSEL TARTIŞMALAR

Haberin Devamı


Bu çığır açan 4000 yıllık “Star Wars” keşfinin ardından arkeologlar, tarihçiler, antropologlar, dilbilimciler, dinbilimciler hummalı bir tartışmaya başlıyorlar. Bir kısım bilim insanı, eski dünyalıların (yani biz) çok tanrılı–mitolojik bir inanç sistemine sahip olduğunu; iyi ve kötü kavramlarının tanrı/tanrıçalara atfedildiğini; yaygın dinin “antropomorfizm”e dayalı “politeizm” olduğunu savunuyor. Üstelik diğer kıtalardaki buluntular da bu hipotezi destekliyor. Bu konuda birbiri ardına bilimsel kongreler, sempozyumlar düzenleniyor; “Star Wars Hangarı Buluntusundaki Estetik Anlayış ve Dil Özellikleri” vb. konulu doktora tezleri yazılıyor…

 


EĞLENCEYİ FAZLA CİDDİYE ALMAK


Oysa o heyecanlı araştırmacılar bir bilseler ki Star Wars, medeniyetimizin en uzun soluklu, en başarılı eğlence ve tüketim markalarından birisi. Koyu fanatiklerinin ona adeta tapmasını bir kenara bırakırsak (evet dünya üzerinde kendini Jedi dininden kabul eden birileri gerçekten de var!), günümüzde kimse Star Wars’un hayal gücüyle teknolojinin ürünü bir eğlencelik olduğundan şüphe duymuyor. Küçücük çocuklar bile aksiyonla birlikte verilen iyi-kötü mesajlarının farkında. Peki ama 4000 yıl sonraki hayali arkeologlarımız gibi biz de geçmişteki anlatılan hikayelere bambaşka anlamlar yüklüyorsak? Örneğin bundan 4000 yıl kadar öncesine tarihlenen Gılgamış Destanı’nı veya efsanelerde karşımıza çıkan o “süper” kahramanları hep abartılı ifadelerle ele alıyorsak? Anlatanları ve dinleyenleri “masallara inanan gelişmemiş cahiller” olarak niteliyorsak? Bildiğimiz şekliyle televizyonun, sinemanın, internetin olmadığı çağların eğlencelerine haddinden fazla anlam yüklüyorsak? Ya eski insanlar elektrikten, sifondan, antibiyotikten yoksun olsalar da sahip oldukları sağduyu, bilgelik, mizah ve hayal gücüyle çağları aşan harikulade eserler ortaya koydularsa?...

 

Haberin Devamı

Zamanı tersten okuyunca, mitolojinin kendi çağının bilim-kurgusu olması pek ala mümkün görünüyor. Bu ihtimal bile kendi medeniyetimize nasıl kibirli gözlerle baktığımızı göstermek için yeterli. Quantum çağındayken, insanlık tarihini “ilkellikten gelişmişliğe uzanan” düz bir çizgide değerlendirmek, dar görüşlülüğün ta kendisi değil mi? Yaşam koşulları görünürde iyileşirken pek çok iyi ve güzel şeyi de aslında kaybetmiyor muyuz? Peki ama hep ilerliyorsak 20.Yüzyıl’ın iki korkunç savaşını nereye koyacağız? 

 


GÜCÜN KARANLIK TARAFI


İşte Star Wars, yaklaşık 40 yıldır tam da bu konuyu, yani teknolojik ve ekonomik gelişimin (ilk savaşı çıkaranın Ticaret Federasyonu olduğunu hatırlayalım) kişisel erdemle desteklenmediği taktirde zulme dönüştüğünü anlatıyor. “Masal, hikaye, efsane” diye nitelense bile, insanların “Güc”ün varlığına duydukları inancın onları daha güçlü kıldığı gerçeğine işaret ediyor. Kusursuzluk ve olaylara hakimiyet takıntımızın nice felaketlere yol açtığını gösteriyor. Belki de, Star Wars hakkında en çok hatırlamamız gereken her filmin açlışında okuduğumuz cümledir: “Uzun zaman önce, çok uzak bir galakside”. O ‘efsane’ cümleden hareketle… Ya şu anda galaksimizin pek çok anlamda karanlıkta kalmış bir gezegenindeysek? Gücün görünen büyüklükte olmadığını anlatan Yoda, halimize ne derdi acaba? “Kibir cehalete, cehalet hiddete, hiddet karanlık tarafa giden yoldur. Sorgulamak gerek hiddetimizin nedenini… Nereden gelip nereye gittiğimizi en temelden sormak gerek.”  

Yazarın Tüm Yazıları