Paylaş
‘‘ALLAH, göklerin ve yerin Nur’udur. Onun nurunun örneği, içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil, bir sırça içerisindedir. Sırça, inciden bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar.” Nur Suresi’nin 35’inci ayeti, Allah’ın nurunu, kandil, sırça-fanus benzetmesiyle anlatır. Tüm medeniyetlerde ibadethanelerin aydınlatılması önemli bir konu olduğu gibi dini ritüellerin bir parçasıydı aynı zamanda. Kutsal gecelerde aydınlatmanın ayrı bir önemi vardı. Herodot, Mısırlıların kandil bayramları olduğunu aktarmıştır. Müslümanlıkta da caminin ve özellikle mihrabın aydınlatılmasına özen gösterilmiştir.
MEDİNE’NİN IŞIKLARI
Medine’deki Mescid-i Nebevi başta hurma yaprakları yakılarak aydınlatılırken ilk kandiller, Hz. Peygamber zamanında Temim ed-Dari isimli bir sahabe tarafından Şam’dan getirilmiştir. Zamanla her onarımda ve yenilemede Mescid’e değerli kandiller eklendi. Halifenin ve hükümdarların -özellikle Hz. Muhammed’in kabri olan “Hücre-i Saadet”e- altın veya gümüş kandiller hediye etmeleri bir gelenek halini aldı. Mübarek gecelerde sabaha kadar kandil yakma geleneğinin 11’inci yüzyıldan itibaren ortaya çıktığı düşünülür. Bu gelenek daha sonra caminin içinden dışına taşmış ve Türkçe’de dini özelliği olan geceler, “kandil” adıyla anılmaya başlanmıştır.
Halife Ömer bin Abdülaziz (ö.720), ramazanın ilk günü Mekke’de herkesin evinin önüne ışık koymalarını emretmişti. İbn Cübeyr’in (ö.1217) yazdıklarına göre ramazan ayında ve bayramlarda Mekke’de mum ve kandil sayısı arttırılır, mescid pırıl pırıl aydınlatılırdı. Kutbuddin, Mekke’de “mevlid” gecesinde fanus kandiller ve meşaleler eşliğinde Kabe’den Hz. Peygamber’in doğduğu eve merasim eşliğinde yüründüğünü aktarır. Bir başka ışıklı gelenekse Medine’de ramazan gecelerinde karşımıza çıkar: Mum alayı. Ayrıntılarını aşağıda okuyacağınız “mum alayı”, 1908 yılında Mescid-i Nebevi’ye elektrik bağlanması ve Osmanlı birliklerinin 1919’de şehirden çekilmesi sonrasında tarihe karıştı. Padişahın Mescid için 1856’da yaptırdığı 1.5 metre yüksekliğindeki, pırlantalarla süslü, 48 kiloluk som altından dev şamdanlar ise İstanbul’a geri getirildi.
DERVİŞİN GÖZÜNDEN
Mum alayını, Derviş Ahmed Peşkari, Tayyibetü’l Ezkar başlıklı risalesinde şöyle anlatıyor (Medine’den Tatlı Hatıralar adıyla yayınlanmıştır. Alıntıyı sadeleştiren: Ubeydullah Küçük): “Merakla seyr edilecek bir törendir bu. İki taraftan otuz-kırk ağa, ferace ile eli asalı dört çorbacı önünde ağır ağır ta’zim ile mum hazinesine giderken, müezzinlerden biri Hücre-i Şerife karşı yüksek ses ile efendimiz aleyhissalatu vesselamı vasfa başlar… Dua Fatiha ile nihayet buluncaya kadar mumlar hurma bahçesine varır. O mahalde Medine’nin çocukları gelip ellerinden mumları alıp sür’atle koşarak mum hazinesine götürürler. Bu merasim o derece zevkli ve safalıdır ki, hiç kaleme gelmez. Bir kere görenin hayali gözünden gitmez.”
Mescid-i Nebevi’de ramazan gecesi
Eyüp Sabri Paşa (ö.1890), Mir’atü Medine adlı eserinde (1887), ramazan ayında Mescid-i Nebevi’de düzenlenen mum alayı hakkında ayrıntılı bilgi verir (Kısaltarak ve sadeleştirerek): Ramazan-ı Şerif gecelerinde, Hücre-i Saadet’in alışılandan daha fazla aydınlatılması için iki adet altın şamdanlı bal mumlarına sekiz adet şamdan daha eklenirdi. Bu şamdanları teravih sonrasında mum hazinesine iade etmek için hatırlı sekiz kişinin davet edilmesi eski, güzel bir adetti... Mum alayında çocuklar ve müminler Mescid-i Saadet kumluğundaki hurma bahçesi önünde toplanarak alayı seyrederlerdi. Bu alayı izlerken, tarifi mümkün olmayan bir zevk ve yüksek ruhaniyet hasıl olduğundan hemen her Medineli, mum alayı temaşasında bulunmak fikrinde ısrarcıdır.
Paylaş