Paylaş
Ankara saldırısında hayatını kaybedenler için geçtiğimiz hafta 3 günlük ulusal yas vardı. Bu hafta da dünya üzerindeki 170 milyon Şiî Müslüman, Hz.Hüseyin ve Kerbela şehitleri için farklı bir yas tutacak.
GEL LİDERİMİZ OL, AMA ACELE ET...
“Bismillahirrahmanırrahim. Bu (mektup) senin taraftarın olan Kûfelilerden ve müminlerdendir… Başımızda bir imam ve önderimiz yoktur. Hemen bizim yanımıza gel. Şayet bu işi kabul edersen Allah senin elinle hepimizi hak etrafında bir araya getirir... Senin buraya gelmekte olduğunu haber alırsak, Allah’ın izniyle [Emevi Valisi’ni] buradan sürer, onu Şam’a göndeririz vesselam.”
Kûfelilerin Hz.Hüseyin’e böyle bir çağrıda bulunmalarının nedeni, Yezid bin Muaviye’nin halifeliğini ilan etmesiydi. Böylece halifelik babadan oğula geçmiş oluyordu. Kûfeliler ise Emevî idaresinden hiç hoşnut değildiler. Bu yönetime son vermek amacıyla Hz.Peygamber’in torunu, Hz.Ali’nin oğlu Hz.Hüseyin’i liderleri olmaya davet ediyorlardı. Sonraki günlerde de Kûfe’den, Mekke’deki Hz.Hüseyin’e yüz ellinin üzerinde (kimi rivayetlere göre heybeler dolusu / on binin üzerinde) yeni mektup geldi. Kûfeliler sabırsızlıkla: “İnsanlar seni bekliyorlar... Acele et. Acele et. Vesselam.” diyorlardı.
BİR YEMİN ETTİM Kİ, DÖNERİM!
Hz.Hüseyin’in ise Kûfelilerle ilgili acı tecrübeleri vardı. Bu şehrin önde gelenleri, babası Hz.Ali’ye ve abisi Hz.Hasan’a da sözler vermiş, ancak şartlar zorlaştığında vaat ettikleri ölçüde destek sunmamışlardı. Bu nedenle Hz.Hüseyin, durumu araştırmak üzere Kûfe’ye amcası oğlu Müslim bin Akil’i gönderdi. O, kısa sürede şehirden 18.000 (veya 12.000) kişinin bağlılık yeminini aldı: Kûfe’de büyük bir kitle, Hz.Hüseyin’in yanındaydı!
Bu yeni durumdan haberdar olan sadece Hz.Hüseyin taraftarları değildi elbette. Yezid’in vakit kaybetmeden atadığı yeni vali Ubeydullah bin Ziyad, kendisini Hz.Hüseyin sanarak büyük sevinçle karşılayan Kûfelilere karşı çok hiddetlenmişti. Camide halka şöyle seslendi: “Kılıcım ve kamçım, emrime uymayıp ahdimi yerine getirmeyenin üzerinde olacaktır. Artık herkes kendine dikkat etsin.” Kûfeliler, Hz.Hüseyin’i beklerken karşılarında Suriye’den gelecek bir ordu ve tavizsiz bir ölüm tehdidi bulmuşlardı. Nitekim bir süre sonra Müslim bin Akil öldürüldü. Valinin estirdiği şiddet rüzgarı karşısında on binlerce kişi yemininden döndü. Tüm bu olup bitenlerden sağlıklı biçimde haberdar olmayan, gittiği yolda desteksiz bırakılan ve aslında herhangi bir çarpışmaya hazırlıklı olmayan Hz.Hüseyin’i ve ailesini, Kerbela’da çok acı bir katliam bekliyordu. (Kerbela Olayı hakkında daha fazla bilgi için 19 Mart 2015 tarihli yazıma bakabilirsiniz.)
KATLİAMA DAVETİYE ÇIKARMAK
Elbette, Kerbela’daki katliamın baş sorumlusu Emevîlerdi. Öte yandan Kûfeliler, Hz.Hüseyin’i yarı yolda bırakmanın; onu ve yakınlarını acı bir katliama çağırmanın ağır vebalini yüklenmiş oldular. Olayların bu noktaya gelişinde onların da payı vardı. Hilafete sahip çıkma planları yaparken güçlerini iyi hesaplamadan hareket etmeleri, İslam tarihinin en derin kırılma noktalarından birine yol açtı. Bu acele ve ısrarlı davetin önderleri, duydukları pişmanlıkla bir süre sonra “Tevvabin” (tövbe edenler) adında bir grup oluşturdular. İşledikleri hatanın vebalinden ancak Hz.Hüseyin’in intikamını alarak kurtulacakları düşüncesiyle Emevîlere karşı harekete geçip adeta göz göre göre ölüme gittiler. Ama iş işten geçmişti bir kere... “Peygamber’in kuzusu, Peygamber’in reyhanı Hüseyin” kucağındaki bebeğiyle birlikte şehit olmuştu!
PİŞMANLIĞINI GÖSTERMEK
Muharrem ayında vuku bulan, “kapanmayan yara Kerbela”, yaklaşık 300 yıl sonra, Şiî Büveyhiler idaresinde Aşure (Aşura) törenleriyle farklı bir boyuta taşındı. Matem, sokaklarda kitlesel ve resmi bir çehre kazandı. Safevîler devrinden itibaren İran’daki “taziye” törenleri, Müslüman coğrafyasının adeta ‘dini-drama’sı halini aldı. Sırf bu matem törenleri için binalar (Hüseyniyye) inşa edildi; özel sanatçılar, sahneler, dekorlar ve kıyafetler ortaya çıktı.
Günümüzde de İran’dan Irak’a, Lübnan’dan Hindistan’a, hatta Türkiye’ye kadar milyonlarca Şiî, Muharrem ayının ilk on gününde büyük törenlerle Hz.Hüseyin ve Kerbela şehitlerini anıyor. Çekilen açlık ve susuzluğu hatırlamak için oruç tutuluyor; ağıtlar, Maktel-i Hüseyin adı verilen manzum eserler okunuyor. Ayrıca toplu törenlerde, zincir-zenler zincirlerle sırtlarını, sine-zenler elleriyle göğüslerini dövüyor. Ama Kûfelilerin duyduğu pişmanlığı yansıtan matem/yas/taziye törenleri, ne Kerbela’da yaşanmış acıları silebiliyor, ne de hayatını kaybedenleri geri getiriyor.
SUÇLU KİM, KURBAN KİM?
Tarihin bize gösterdiği üzere yaşanan acıların, katliamların tek bir boyutu yok. Mesele yalnızca Muaviye’yi veya Ubeydullah’ı, yani sadece bir kaç ismi katil ilan edip, ona sövmekle çözülmüyor. Hemen her olayda katledilenler, katillerin yanı sıra olayların büyümesine yol açan sorumsuz - özensiz davetçilerin de kurbanı aslında. Kerbela’dan Madımak’a veya Suruç’a... Ya da Başbağlar’dan Mavi Çarşı’ya veya Reyhanlı’ya... Fark etmez, fark etmemeli. Herkes suçu sadece karşı tarafa yıkmaya çalıştıkça; kendi payına düşen sorumluluğu üstlenmedikçe; yanlışlarını sorgulamadıkça... sonradan yas tutup, dövünmek nafile. Ne oluyorsa ana-babaların ‘kuzu’larına; eşlerin, evlatların, dostların ‘reyhan’larına oluyor.
Tüm katliam kurbanlarını / şehitleri, hürmetle anarak...
Paylaş