Paylaş
Bir ramazan ayında, Mekke yakınlarındaki Hira Dağı’nda başlayan Kuran’ı-Kerim’in yolculuğu, Hz. Peygamber’in vefatından kısa bir süre öncesine kadar sürdü. Kuran tüm ayetleriyle 632 yılında tamamlanmıştır. Ancak yolculuk aslında burada sona ermedi. Kuran’ın seslendirilmesi, yazılması ciltlenmesi ve hatta saklanması, pek çok sanat faaliyetinin gelişmesini sağladı.
YAZININ YOLCULUĞU
Araplar, 3. yüzyıl sonlarında Ortadoğu’daki daha eski örneklerden devraldıkları bir yazı biçimini kendilerine özgü hale getirmişlerdi. Elbette okuma-yazma çok az sayıda kişi tarafından biliniyordu. Kuran, Arabistan yarımadasından başlayarak okuma-yazmanın yaygınlaşmasına aracı oldu. Kuran ayetlerinin iki kapak arasında toplanıp, “fiziki anlamda” tek bir kitap haline getirilmesi Hz. Ebu Bekir’in halifeliğinde (632-634) başlasa da standart bir biçime kavuşması Hz. Osman (644-656) zamanındadır. Fetihlerle birlikte muazzam bir coğrafyaya yayılan Müslümanlar gittikleri yerlere Kuran’ı da götürdüler. Elbette bu, Kuran’ın çoğaltılmasını ve tabii büyük dikkatle yazılmasını gerektiriyordu. Matbaadan önceki yüzyıllarda yazıcılık mesleğinin gelişiminde bu faaliyetin büyük rolü vardır.
BÜYÜYEN YAZILAR
Kuran’ın yazımı, zamanla çoğaltılma amacının ötesine geçerek başlı başına bir sanata dönüştü. “Hüsn-i hat”, yani “güzel yazı” dediğimiz sanat, çok farklı biçimler aldı. Örneğin başlardaki geometrik yazılar daha akışkan hale geldi. Harfler bazen uzadı, bazen iç içe geçip başlı başına bir desene hatta resme dönüştü. Üstelik Emevî devrinden itibaren gösterişli ibadethaneler inşa edilmesi, yazının kitapların dışına çıkıp binalara taşınması demekti. Taşlara kazınan, ahşaba işlenen ayetler, bazen de titizlikle boyanarak duvarlara nakşedilmiştir. Böylece yazının sadece malzemesi değil ölçeği de değişiyordu. Örneğin hat sanatının büyük ölçülerdeki nadide örnekleri, İstanbul’da Ayasofya’dadır. Her biri 7.5 metre çapındaki levhalarda “Allah, (Hz.) Muhammed, (Hz.) Ebu Bekir, (Hz.) Ömer, (Hz.) Osman, (Hz.) Ali ile (Hz.) Hasan ve (Hz.) Hüseyin” yazmaktadır.
YAZIYI KORUMAK
Kuran’la birlikte gelişme gösteren zanaatlardan biri de ciltçiliktir. İlahi kitabın sayfalarının kopmaması, sıralamasının karışmaması için özenli ciltlenmesi gerekiyordu. Yazıda olduğu gibi ciltleme de bir süre sonra sanata dönüşmeye başladı. Özellikle sultanlar için hazırlanan Kuran’ların kapakları, benzersiz bir şekilde süslenir oldu. Desenlerin hem güzel görünmesi hem de kalıcı olması, kapaklarda kullanılan malzemelerle doğrudan bağlantılıydı. Süslemelerde kullanılan altını zamanla değerli taşlar izledi. Ayrıca Kuran ve kitap okumak için kullanılan “rahle” yapımında, ahşap sanatının ve sedef işlemeciliğinin çok güzel örnekleri görüldü. Elbette bu el sanatları sadece varlıklı insanlara yönelik değildi. Evlerdeki en zarif, en güzel parçalardan biri daima Kuran muhafazaları olmuştur. Bazen deriden ama çoğunlukla kumaş üzerine işlenmiş desenlere sahip bu muhafazaların içine Kuran konur, günümüzün tablolarını anımsatır şekilde duvara asılırlardı. Bunlara ilaveten Kuran’ın iç sayfalarındaki süslemeleri, yani “tezhip” sanatını ve “ebru” sanatını da unutmayalım. Tüm bu sanatlar başlı başına birer dünyadır...
SANATI GÖRMEK
Kısaca değindiğimiz tüm bu “Kuran sanatları”nın bazı nadide örneklerini günümüzde müzelerde görmek mümkün. Ancak bu eserleri “ziyaret etmek” resim, heykel, arkeoloji müzelerini gezmekten biraz farklı. Müzelerde bir kitabın sadece iki sayfasını görme imkânınız var. Çünkü bu eserlerdeki sanat, aslında kitabı elinde tutup ona yakından bakacak, onu okuyacak kişiye yönelik. Yani aslında “kişiye özel”. Dolayısıyla müzelerde, sabırla işlenmiş bir süslemeye, bir camın ardından ve uzak mesafeden bakmak hiç kolay değil. Üstelik bunlar ayrıntıların uzun süre baktıkça görülebildiği, güzelliklerin baktıkça açıldığı eserler. Hal böyleyken ve de bu yılki ramazanda müzelerin kapalı olduğu gerçeğinden hareketle, İslam sanatının seçkin eserlerine dijital dünyada görünürlük kazandırmanın tam zamanı.
Paylaş