Nereden çıktı bu minareler

Pek çok kişi için İslam’ın en bildik mimari simgesi, camilerin ayrılmaz parçası olan minarelerdir. Ne var ki bu güçlü sembol, İslamiyet’in doğduğu yıllarda değil çok sonraları ortaya çıkmıştır.

Haberin Devamı

İslam mimarisinin en güzel formlarından birini oluşturur minareler. Bir şehirde cami bulmak isteyen öncelikle minareyi arar. Minare, caminin ayrılmaz bir parçası gibidir. Öyle ki minaresiz cami, camiden ziyade “mescit” olarak algılanır (ki bu aslında doğru bir tanım değildir). Bir beldede minare gördüğünüz zaman orada Müslümanların yaşadığını hemen anlarsınız. Minareler günümüzde Tokyo’dan New York’a kadar dünyanın pek çok şehrinde görülüyor. İstanbul gibi metropollerde inşa edilen minareler, etraflarını saran yüksek binalarla yarış halinde. Ayrıca günümüzde ezan, minareye tırmanıp “şerefe” adı verilen daire şeklindeki balkona çıkılarak okunmuyor. Çünkü artık mikrofon ve güçlü hoparlörler işbaşında. Elbette bunlar çok yakın dönemin icatları. İşin garibi aslında minarenin kendisi de İslamiyet’in ikinci yüzyılından itibaren yaygınlaşan mimari bir icattır.

Haberin Devamı

EZAN SESİNİ YÜKSELTMEK

Genel bilgi, minarelerin ezanın yüksek bir yerden okunması için ortaya çıktığı yönündedir. Ancak Hz. Peygamber hayattayken henüz bugün bildiğimiz anlamda minare yoktu. Zaten Mescid-i Nebevî başta olmak üzere mescit-cami mimarisi bugünkü gibi değildi. Cami, kerpiçten yapılma, son derece sade, üzeri hurma dallarıyla örtülü dörtgen bir yapıydı. İslam tarihinin ilk ezanı Hicret’in ilk yılında, Bilal-i Habeşi tarafından Medine’de bir evin damından okunmuştur. Müezzinlerin piri kabul edilen Bilal-i Habeşi ezan okumaya Mescid-i Nebevî etrafında, üzerine iple tırmandığı silindir şeklinde bir yükseltiden devam etti. Onun Mekke’nin fethedildiği gün Kâbe’nin damına çıkarak ezan okuması, tüm tarih kitaplarında anlatılır. Müezzini ezan okurken aşırı sıcaktan korumak için zamanla mescitlerin damlarına küçük gölgelikler eklendiği düşünülür. Ancak bunun yüksek kulelere, büyük yapılara dönüşmesi bu pratik işlevin ötesindedir.

YOL GÖSTEREN KULELER

Minare kelimesi köken itibarıyla “ateş kulesi” anlamına gelen “manar, manare” kelimesinden türemiştir. Bu bağlantı bize minarelerin kökeni hakkında çok şey anlatır. Eski zamanlarda karayollarında kervanlara yol göstermek için de ateş kuleleri yani fenerler vardı. Uzakları gözlemeye yarayan bu kuleler, ayrıca uzaktan ışıkla haberleşmeye yarıyordu. Bu kuleler ile akraba sayılabilecek Hıristiyan çan kulelerinin 4. yüzyıldan itibaren yayıldığı düşünülür. Müslümanlar, Şam gibi büyük şehirleri fethettiğinde kilise mimarisi ile mescit mimarisi arasındaki tezat hemen görünür oldu. Bu durum, İran coğrafyasındaki ateş tapınakları için de geçerli olsa gerek. Kiliseler, tapınaklar hayli gösterişli iken “yeryüzünü ibadethane kabul eden” Müslümanların mescitleri son derece mütevazı idi. Sonuçta Arap-Müslüman fatihlerin, yönettikleri halklarınki gibi azametli ibadethaneler inşa etmeleri kaçınılmaz gibiydi. İlaveten camiye çevrilen bazı kiliselerin çan kuleleri, “ezan kulesi” olarak kullanılmaya çok uygundu. Tüm bu nedenlerle cami ve minare mimarisi iklim koşullarına, malzemeye ve ustalık geleneğine göre büyük çeşitlilik göstermiştir. İslamiyet’in ilk asrında Mısır’da mimari bir unsur olarak görülmeye başlanan küçük yükseltiler, zamanla bildiğimiz minarelere dönüşüp Müslüman ibadethanelerinin ayrılmaz bir parçası oldu.

Haberin Devamı

SALTANAT NİŞANESİ

Minareler, ateş kulelerinden ilhamla diğer dinlerin tapınaklarına nazire olarak yükselse de tek etken bu değildi elbet. Büyük ibadethaneler aynı zamanda devletin gücünü, kazanılan zaferleri yansıtan simge binalardır. Ayrıca sultanın zenginliğini dinin ve halkın hizmetine sunduğunu anlatırlar. Her cami, onu yaptıranın –halife sultan, valide sultan, emir, vezir...- gücüne ve cömertliğine yakışır olmalıydı. Sultanların yaptırdığı “selâtin” camilerin görkemiyse bu yarışta en öndedir. Selçuklu ve Timur devirlerinde farklı bir dokuya kavuşan İslam mimarisinin en zarif minareleri Osmanlı devrinde görülür. Bursa’da yeşeren anlayış Ayasofya’ya eşlik eden güçlü minarelere dönüşmüş, en göz alıcı biçimlerine Mimar Sinan’ın Süleymaniye ve Selimiye camilerinde ulaşmış ve Laleli Camisi gibi örneklerde farklı bir estetiğe kavuşmuştur. Ramazan ayında oruçluların büyük bir heyecanla beklediği akşam ezanları, yüzyıllardır işte bu zarif minarelerden yankılanıyor.

Yazarın Tüm Yazıları