Paylaş
Bilirsiniz, “Roman” vatandaşlarımıza halk arasında “çingene” denir. Bu kelimenin, Ortaçağ Rumcasındaki “atsinganoi” kelimesinden türediği düşünülür. “Atsinganoi” kelimesinin anlamı ise ‘dokunulmaz’dır (Marushiakova – Popov, 2001). Yani buna göre Doğu Romalılar, göçebe Romanları “dokunulmaz”, yani dokunulmaması gereken insanlar olarak addediyorlardı. Elbette bu onları toplum katmanlarının en altında gören, dışlayıcı, ‘negatif’ bir dokunulmazlıktı. Ne gariptir ki, ‘pozitif’ dokunulmazlar ise toplum piramidinin en tepesindeki krallar / padişahlardı. Kimi kültürlerde hükümdarın bedeni yarı kutsaldı ve sıradan kişilerce dokunulmazdı. Kuşkusuz kutsiyet havası verilmiş bu dokunulmazlığın temelinde suikast, zehirlenme gibi güvenlik endişeleri yatıyordu. 1389’da I.Murat’ın hançerlenmesine tanık olmuş Osmanlı’daki ‘etek öpme’ geleneğini bu çerçevede değerlendirmek yerinde olur. Bir yabancının padişahın bedenine en fazla yaklaşabileceği yer, ancak elbisesinin etek ucu olabilirdi. Peki ama bedenine olmasa da, sözleriyle hükümdarın kişiliğine ve kararlarına dokun(dur)anlara ne olacaktı?
KIZDIRMA KRALI, SÖYLETME KÖTÜYÜ
1397’de Sör Thomas Haxey, Parlamento’ya İngiltere kralı II.Richard’ın saray harcamalarının fazlalığından şikayet eden bir dilekçe sundu. Bu hareket, mutlak otorite peşindeki II.Richard’ı kızdırmak için yeterliydi ve kralın adamları Haxey’nin ‘ihanet’ suçuyla yargılanmasını sağladılar. Sonuç, asalet unvanının kendisinden alınıp mülklerine el konulması ve ölüm cezasına çarptırılmasıydı. Haxey’nin dilekçesini yaklaşık iki yüz yıllık parlamento geleneği doğrultusunda verdiğine hükmedip cezasını kaldıransa, 1399’da darbeyle II.Richard’ın tahtına oturan IV.Henry olmuştu. Elbette IV.Henry’nin bağışlayıcılığının nedeni kişisel hoşgörüsü falan değil, İngiltere krallarının asiller (aristokrasi) üzerinde mutlak hükümranlık kuramamasıydı.
DOKUNMA PARLAMENTOMA, DOKUNMAYAYIM SANA
İngiltere’de kral-asiller gerilimi hep sürmüş, hatta I.Charles, 1642’de beş üyeyi konuşmaları nedeniyle ihanetle suçlayarak parlamentodan atılmalarını istemişti. Talebi reddedilince de Parlamento’yu askerleriyle birlikte basmıştı! Ne var ki bu hareket karşısında dokunulmazlıklarının ihlal edildiği savunan parlamenter güçler harekete geçerek kralı tahttan indirdiler. Hatta İç Savaş sonrasında idam ettiler!
Parlamento üyelerinin kral karşısındaki dokunulmazlıklarını iyice güçlendiren hamle, İngiltere’de yine bir darbeyle, 1689’da geldi. İngiliz “Haklar Bildirgesi” (Bill of Rights) dokunulmazlıkla ilgili çok net tanımlar getiriyordu: “Krala dilekçe yollamak kişilerin hakkıdır ve bu dilekçeler sebebiyle yapılan suçlamalar ve davalar yasadışıdır… Konuşma özgürlüğü ve parlamentodaki tartışmalar ve işlemler parlamentodan başka hiçbir yerde ya da mahkemede suçlama ya da sorgulama konusu yapılmamalıdır.” Buna ilaveten 1770’de, “Avam Kamarası” üyelerinin tutuklanıp hapsedilmeleri tümüyle yasaklandı.
KRAL ÖLDÜ, YAŞASIN PARLAMENTONUN KRALLARI
Sıradan halkın parlamentoda tam anlamıyla temsili ise ancak kraliyetin ve aristokrasinin devre dışı kaldığı 1776’daki Amerikan Devrimi ile mümkün oldu. Kürsü dokunulmazlığı, Amerikan sisteminin en temel niteliklerinden biriydi (ki hâlâ öyledir). ABD, 1789’da kendi “Haklar Bildirgesi” üzerinde çalışırken Fransa’da Devrim başlamıştı. Bu süreçte Fransız devriminin liderleri dahil o kadar fazla insanın kanı döküldü ki, dokunulmazlık sembolik bir kavram olmanın ötesinde, siyaset yapabilmenin ‘yaşamsal’ koşulu haline geldi. Meclis üyeleri, kralın tüm yasal bağışıklığını ve sorumsuzluğunu 1791 Anayasası çerçevesinde kendi üzerlerine almış gibilerdi. Fransız dokunulmazlık modeli, Türkiye dahil pek çok ülkeye örnek olmuştur.
Yukarıdaki kısacık özetten de anlaşılacağı üzere dokunulmazlık öyle durup dururken ortaya çıkmış bir lüks değil. Parlamenter dokunulmazlık temelde “dokunulmaz” krala karşı bir savunma idi. Ancak mesele krala ‘dokunarak’, hatta onun yokluğuyla çözülmedi. Bu defa da iç çekişmeler, dokunulmazlığı gerekli kıldı. Nitekim 20.Yüzyıl’ın faşist ve totaliter rejimleri, bu hakların önemini bir kez daha ortaya koyacaktır. Kralın parlamenterleri kısıtlama çabaları bu defa otokrat liderlere, hükümetlere, yüksek konseylere, rejim komiserlerine veya en vahimi ‘derin güçlere’ geçmiştir.
DOKUNULMAZLIK YOLDAN ÇIKARIR MI?
Dokunulmazlık, -sorunlu ve sevimsiz de olsa- parlamenter sistem için bir gereklilik. Nihai amaç, parlamento üyelerini asılsız soruşturmalardan ve tehditlerden korumak; böylece görevlerini özgürce yapabilmelerini sağlamak. Ne var ki anayasa üzerine yemin eden bir temsilcinin anayasaya aykırı davranışlarda bulunması, dokunulmazlık kapsamında görülemez. Bu tür ihlallere göz yummak, cumhuriyet ve demokrasinin kendi kendini yok etmesinden başka sonuç getirmeyecektir. Dolayısıyla anayasaya açık şekilde aykırı eylemlerde, dokunulmazlığın geçersizliğine –örneğin Yüce Divan aracılığıyla- hükmetmek mümkün olmalı. Ayrıca kimi ülkelerde yasama faaliyeti dışı kabul edilen tanımlı suçlar, dokunulmazlık kapsamında değil. Bu tür baştan belirlenmiş yasal sınırlamalar yerine dokunulmazlıkları güncel davalara göre topyekûn kaldırmak, uzun vadede oldukça riskli bir yöntem. Yasama dokunulmazlığını ‘kişisel aymazlık, kanun - sınır tanımazlık’ haline getirmek veya ‘yolsuzluk-usulsüzlük kalkanı’ yapmak ne denli tehlikeliyse; dokunulmazlığı her tür suçlamaya açık bırakmak da bir o kadar tehlikeli.
Paylaş