Paylaş
Eski ramazanlar, daha güzel ramazanlara ulaşmak için bir araç mıdır, yoksa geçmiş özlemiyle ileriye bakmamızı önleyen bir zaman kaybı mı?
RAMAZAN geldi zamanında bu yıl, hamdolsun
O biraz belki azaltır çekilen âlâmı.
Hastalık, zelzele, yangın, karışıklık, kıtlık,
Daha binlerce felaket eziyor İslam’ı.
“Halk çok azdı da ondan bu belalar...” deniyor.
Azmayan yok mu, bütün ehl-i sıyam azgın mı?
Kimse, Ya Rab, süfeha onları imhâl etme
Yoksa bir millet-i ma’sumeyi pâ-mâl etme.
(Âlâm: Elemler; Ehl-i sıyam: Oruç tutanlar; Süfeha: Sefahate düşmüş; İmhal: Süre verme; Millet-i masume-i pa-mal: Ayaklar altında kalmış masum millet)
Mehmet Âkif (Ersoy), 1911 yılının ramazanında böyle yazmıştı. Bu beyitlere bakarak şairin, ramazan geldi diye sevinmekle birlikte İslam âleminin halinden nasıl kaygılı ve üzüntülü olduğunu görebiliriz. Oysa söz konusu ramazan, bir ay sonra Trablusgarp’ta başlayıp 1922’ye kadar sürecek yıkıcı savaş yıllarından önceki ‘son’ keyifli ramazandır.
KİM ÖZLER Kİ?
Âkif’in şiirinden 100 yıl sonra, bu ramazanda da İslam dünyasının “binlerce felaketle ezildiğini” düşündüren öyle çok neden var ki. Ortadoğu’da milyonlarca mülteci, evlerinden uzaklarda, sahip olduklarını yitirmiş halde. Üzerinden 20-30 yıl geçtikten sonra o mültecilerin yaşadığımız yıllardan “Nerede o eski ramazanlar” diye bahsedeceğini hiç sanmam. Ama Şam’ın, Halep’in, Hama’nın 5 yıl önceki ramazanlarını özlemle anmaları yüksek bir ihtimal. Oysa geçmişe özlem duymanın tek başına bir faydası yok. Tarihçinin görevi, “Nasıl oldu; doğru-yanlış olan neydi de öyle oldu; neden şöyle olamadı” diye sormak. Keza, “bir daha asla” olmaması için zihinlere yeni kapılar açmak...
1400 YIL SONRA
Yüzyıllar boyunca ramazanın en başta Müslümanlara Müslüman olduklarını hatırlatan bir ay olduğunu görürüz. Müslümanlar oruç, teravih namazları, Kuran okumak, fitre, zekât, sadaka gibi ibadetlerle, neredeyse hac dışındaki tüm temel ibadetleri ifa ediyorlar; günümüz tabiriyle ‘taksimetreyi sıfırlıyorlardı’. Ki bu ideal günümüzde de sürer. Eski dönemlerde İslam ülkelerinde önemli bir nüfusa sahip gayrimüslimler içinse bu ay, Müslüman komşularıyla ‘hoşgörü tazeleme’ vesilesiydi. Öte yandan ramazan, -daima bir şekilde var olan- dehrî (ateist), laedrî (agnostik/şüpheci) kişilerin ve ibadetten uzak duranların farklarını daha fazla hissettiren bir aydı. Bunu, 8’inci yüzyıldan itibaren yazılmış hiciv eserlerinden, şiirlerden ve fıkralardan anlayabiliyoruz.
TOPLUM HİZMETLERİ
Özellikle Osmanlı’da, ramazanın sosyal boyutu çok çok önemliydi. Binlerce kişiye imarethanelerde (aşevlerinde) dağıtılan yemek, saltanatta üst sınıfların sunduğu önemli bir hizmetti. Bu, sınıf farkının yumuşadığı bir aydı. Üstler altlarıyla daha yakın ilişki kuruyor, ikramlarla, hediyeleşme yoluyla sahip oldukları serveti ve güç simgelerini paylaşıyorlardı. Yani ramazan, saltanatın ve siyasetin bir tür ‘halkla ilişkiler’ dönemiydi.
‘HUZURLU’ BİR TATİL
Ramazanın farklı zaman ritmiyle, modernleşme öncesi dünyada benzersiz bir ‘gece hayatı’ getirdiğini söyleyebiliriz. Osmanlı’da bu ay boyunca farklı sınıfların; yetişkinlerle çocukların; hem de erkeklerle kadınların kamusal alanda daha fazla yan yana olduğunu görüyoruz. Yani ramazandaki daha fazla ibadet ilginç bir şekilde artan tutuculuk yerine daha çok sosyalleşme ve hoşgörü getiriyordu. Bu canlılığa ramazan estetiğini, gösteri sanatlarını, edebiyatı ve tabii sofra kültürünü de katmalıyız.
YARININ RAMAZANLARI
Ramazan, Müslümanlık ve İslam medeniyeti hakkında bilgilenmek ve düşünmek için iyi bir vesile. Geçmişle ilgili ezberlerimizi her ramazanda ‘temcid pilavı’ gibi tekrarlamak yerine, ‘yeni’ ve daha mutlu ramazanlar için fikir üretmeliyiz. Bu da sadece romantik hayaller kurmakla değil, geçmişteki başarılı uygulamalardan yararlanıp çatışmaya yol açan tavırlardan uzak durmakla mümkün. Umarım, bir ay boyunca ramazan kültüründe yaptığımız yolculuk, bu yönde bir katkı sağlar. Daha güzel bir gelecek dileğiyle: “Elveda Ya Şehr-i Ramazan!” ve iyi bayramlar...
Paylaş