Paylaş
“Keep Breathing” (Nefes Almaya Devam Et) başlıklı şarkısında böyle söylüyor Amerikalı şarkıcı Ingrid Michaelson:
Fırtına yaklaşıyor ama ben umursamıyorum
İnsanlar ölüyor, ben perdelerimi kapıyorum
Tek bildiğim, şu anda nefes aldığım
Dünyayı değiştirmek istiyorum
Ama onun yerine uyuyorum
Senle benden fazlasına inanmak istiyorum
Ama tek bildiğim, nefes aldığım
Tek yapabildiğim, nefes almaya devam etmek
Tek yapabildiğimiz, nefes almaya devam etmek
Eğer bu sözleri Suriye’den, Irak’tan, Afganistan’dan; ya da o kadar uzağa gitmeyelim Türkiye’den biri söyleseydi nedenini kolayca anlardık. Oysa bu protest-hüzün, dünyanın süper gücünden, ‘karnı tok, sırtı pek’ birilerinden geliyor. Olaylar karşısındaki çaresizlik hissi, sadece büyük acıları yaşayanlarda değil, onlarla duygudaşlık (empati) kurabilen herkeste mevcut. İşin garibi, bu ‘acıda ortaklık’ halinin varlığı bile insanlık namına bir avuntu nedeni…
BÜYÜK UMUTLARDAN ÇARESİZLİK HİSSİNE
Son yıllarda en güçlü görünen ülkelerde dahi insanları etkileyen bir “çaresizlik-etkisizlik hissi” var. Oysa on yıl kadar önce küresel algıda iyimser rüzgarları esiyordu. 2008’de, köklerinde Müslümanlık olan, “Hussein” isimli bir zenci ABD başkanı seçilmişti… Teknoloji gündelik yaşantımızı kolaylaştırıyor, neredeyse sınırları kaldırıyordu… Sosyal medyanın yayılmasıyla kitlelerin sesinin çok daha iyi duyulacağı tahminleri yapılıyordu. Herkes düşüncesini özgürce paylaşacak, “sessiz çoğunluklar” sesini aracısız duyuracaktı… Ne yazık ki, durum hiç de öngörüldüğü yönde gelişmedi. Sosyal medyanın kendisi, düzeysizliğin ve nefret söylemlerinin bir virüs gibi yayılmasına tanıklık etti. Üstelik kitlelerin biriktirdiği kızgınlık, negatif enerjiden beslenen politikacıların yükselişini de beraberinde getiriyor. Tüm dünyada keskin politikalar, dışlayıcı söylemler sesini daha fazla duyuruyor.
ÇARESİZLİĞİN VE KARAMSARLIĞIN YAKIN TARİHİ
Kültürel karamsarlığın, geleceğe umutla bakılan dönemlerde yaşanan krizlerin hemen ardından yükseldiğini görüyoruz. Örneğin 1960’larda esen değişim ve umut rüzgarları sonrasında 20.Yüzyıl’ın en karamsar dönemlerinden biri 1970’lerde yaşanmıştı. 1920’ler Batı’da (Türkiye’de 1922 sonrasında) gelişime dair umutların yükseldiği bir dönemdi. Ama 1929 Büyük Buhranı bu iyimserlik devrini kapatmış; 1930’lar totaliterliğin, faşizmin, ırkçılığın karamsarlıkla kol kola yükselişine tanıklık etmişti. Tüm bunlar bilinçli, eğitimli kitlelerin çaresiz bakışları önünde bir anda oluvermişti.
DERDİM ÇOKTUR, HANGİSİNE YANAYIM?
Ortadoğu’da ve Türkiye’de son yıllarda bitmek bilmeyen olumsuzluklar, özellikle gençler üzerinde ‘umarsız farkındalık’ adını verebileceğimiz bir duygusal tepkiye dönüşüyor. Araştırmalar, karamsarlığın kültürel olarak hızla yayıldığını gösteriyor. Öyle ki kitlesel umutsuzluk, ekonomiye nefes darlığı çektirebilecek güce sahip. Yani basit şekliyle söylersek: Karamsarlık bulaşıcı. Dolayısıyla çağımızın eğitimli ve duyarlı çaresizleri, istemeden katıldıkları o büyük koroda hep aynı şarkıyı söylüyorlar: “Tek yapabildiğimiz, nefes almaya devam etmek”.
DERDİM BANA DERMAN İMİŞ
Bu olumsuz havaya karşın, kimi araştırmacılar “savunmacı karamsarlık” adını verdikleri bir davranış biçiminin olumlu getirileri olduğunu düşünüyor. Onlara göre zihinleri olası tehdit ve tehlikelere odaklı kişiler, bunlara karşı önlem almaya ve çözüm geliştirmeye daha yatkın. Bazı Batılı (özellikle sol) akademisyenler, liberal toplumlarda ‘toplu karamsarlık’ dönemleri olmadan farkındalık geliştirmenin; hatta kitlesel değişimin mümkün olmadığı görüşünde. Bir diğer iyi haber, kültürel iyimserliğin de bulaşıcı olması. Yukarıda anlattığımız tarihsel süreçleri tersten okursak, büyük felaketlerin ardından büyük gelişmelerin geldiğini görebiliriz.
Evet, Türkiye’de ve dünyanın pek çok yerinde moraller iyi değil. Daralmak, sıkılmak için neden çok. Ama böyle durumlarda popüler kültürün gel-gitleri arasında nefessiz kalmaktansa soluğu, yüzyıllara dayanan Anadolu bilgeliğinde almakta yarar var… ‘Sadece nefes almak’ çaresizlik ifadesi olsa da, mutlak hükümdar Kanuni’nin dediği gibi “olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”. Unutmayalım ki “nefes’, aynı zamanda, aşk ateşiyle yanan kalbin rahatlığa kavuşmasına denir. Amerika’dan güncel bir şarkıyla başladık, Türkiye’den Kul Hüseyin’e (16.Yüzyıl?) atfedilen; “Zamanede Bir Hal Gelmesin Başa” isimli türküyle bitirelim:
Hüseyin beyhude ‘ah’ etme naçar
Bir kapı örterse birini açar
Efendim, tabibim, cananım
Buna dünya derler, hepisi geçer
Hangi günü gördün akşam olmamış?
Paylaş