Paylaş
Hani herkesin “Büyük Abi” tarafından gözetlendiği dünyada... Öyle ya, cebimizdeki telefon attığımız her adımı sayıyor; nereye gittiğimizi, kimle konuşup neleri beğendiğimizi biliyor... Üstelik biz bu sürece gönüllü olarak ve hatta üstüne para vererek katılıyoruz! Hal böyleyken mesajlaşma uygulamalarındaki gizlilik konusu, bu aralar gündemin üst sıralarında. Ne var ki özel hayatın ve iletişimin gizliliği, sadece modern dünyaya ait bir mesele değil.
OKUNDU İŞARETİ
Malum... “Özel alan” ve “kişisel gizlilik” kavramı, eskiden “mahremiyet” kelimesiyle ifade edilirdi. Başkalarının görmesi, duyması, bilmesi istenmeyen anlamındaki “mahrem”, kelime kökü itibarıyla “haram” yani başkasına yasak olandır. Nitekim Hz. Peygamber, bir mektuba sahibinin izni olmadan bakmanın yasak olduğunu açık şekilde belirtmiştir.
*
Günümüzden 3 bin yıl önce bile açılıp okunmadığı belli olsun diye tablet mektuplar kil zarflara konup mühürlenirdi. Kırılan mühür, bir tür “ulaştı, okundu” işaretiydi. Hz. Süleyman’la bağlantılı “Mühür kimdeyse Süleyman odur” deyişi, mührün önemini anlatır. Bu nedenle krallar/sultanlar mühürlerini daima yüzüklerinde taşırdı. “Mühür/damga”, günümüzde dahi yazılım terminolojisinin vazgeçilmez kelimelerinden.
GİZLİ YAZIŞMALAR
Yazışmaların gizliliğini korumak amacıyla sultanların mektuplarını kaleme alan “sır kâtipleri” vardı. İş yaparken gizliliğe uyulmasını tavsiye eden Resulullah, yazışmalarını Hz. Ali, Zeyd b. Sabit ve Abdullah b. Erkam gibi güvendiği isimlere emanet etmiştir. “Sır kâtipliği” Memlükler zamanında devletin en önemli görevlerinden biri haline dönüşecektir.
*
Mesajların istenmeyen kişilerce okunmasını engellemek için kullanılan bir diğer yöntemse günümüzde olduğu gibi şifrelemeydi. Antik Mısır’da, Yunan’da ve Roma’da dahi şifreli mesajlar kullanılıyordu. İslam medeniyetinin önemli isimlerinden, büyük matematikçi Kindî, şifreleme ve şifre çözümü sağlayan bir yöntem geliştirmiştir. “Risale fi’stihrâci’l-mu’ammâ” adlı eserinde açıkladığı bu yöntem, 9. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar kullanıldı.
İZİNSİZ GİRİLMEZ
MÜSLÜMAN düşünürler, konuşmaların izinsiz aktarımı olan “laf taşımayı”, edep dışı davranışlardan saymışlardır. Nitekim Kuran, Peygamber’e şöyle seslenmiştir: “Durmadan söz taşıyan (...) kimseye uyma”. Bir sohbette paylaşılan her “söz, duyan için emanettir”. Dolayısıyla bir sözün izinsiz aktarımı da “emanete hıyanet” kabul edilir.
Özel hayatın gizliliği, inanç dünyasında “mesajlaşma” veya konuşmaların aktarımıyla sınırlı değildir elbette. “Tecessüs”, yani başkalarının kusurlarını, zaaflarını araştırmak ve ortaya dökmek, kaçınılması gereken bir davranıştır ve “Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın” ayetine dayanır.
*
İslam medeniyeti, mesken mahremiyetine de büyük önem vermiştir. Mesken anlam itibarıyla kişinin sükûn bulduğu, yani rahatsız edilmeden kendi kendine kalabildiği yerdir. Öyle ki bir hadiste aynı evde yaşayanların bile birbirlerinin odasına girerken izin istemeleri tavsiye edilmiştir: “Odasına girdiğin kişi, hizmet ettiğin [yaşlı] annen bile olsa ondan izin iste.” Ayrıca mesken mahremiyetini bozacak biçimde evlere dışarıdan gizlice veya izinsiz girmek, evleri gözetlemek, başkalarının konuşmalarını dinlemek, Kuran’da ve hadislerde açıkça men edilir: “Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyin.” Tüm bu ilkelerden hareketle Gazzâlî başta olmak üzere klasik dönem düşünürleri, mahremiyetin kişisel bir hak, herkesin de bu mahremiyete saygı göstermesinin bir zorunluluk olduğunu savunmuştur.
KUL HAKKINDAN KULLANICI HAKKINA
YENİ gibi görülen “özel alan” meselesine, inanç tarihinde ve İslam medeniyetinde büyük önem verilmiştir. Mahremiyetin iletişimdeki ve mekândaki tanımı zamana göre değişse de bunun temel bir hak olduğu fikri değişmeden kaldı. Özel hayatın gizliliği günümüzde gerek BM, gerekse ulusal anayasalar tarafından teminat altında. Gelin görün ki teknoloji ve piyasa, devletlerin karar mekanizmasından çok daha hızlı ilerliyor. Ve belki de bizler kullanıcı sözleşmelerinin ayrıntılarını irdelerken, çoktan geride kalmış temel hakları tartışıyoruz. Bir kez daha ortaya çıkıyor ki kuş, tek kanatlı uçmuyor... İnsanlığın ilerlemesi için teknoloji ve para tek başına yetmiyor, ona mutlaka etik değerlerin eşlik etmesi gerekli.
Paylaş