Paylaş
Günümüzde iklim koşulları, insan mahsulü küresel ısınmayla birleşince ortaya “mahşeri sıcaklar” çıkıyor. İnsanlar muhtemelen Mevlânâ’nın Mesnevi’de anlattığı gibi hissediyor şu aralar: “Zavallı canım bu sıcakta ve kızgın güneşte, beş günde beş yıllık sıkıntı gördü.” Latif havasıyla bilinen Batı Avrupa şehirleri bile çöl sıcaklarıyla kavruluyor. Ortada “mahşer güneşi” olmasa bile dünyamız giderek çölleşiyor...
KENDİ TERİNDE YÜZMEK
Tüm dünyayı etkisi altına alan korkunç sıcaklar, İslam kültüründe “kıyamet alametleri” bahsinde karşımıza çıkar. Ancak sanılanın aksine bu “alametler” Kuran’da yer almaz. Ayrıca bu başlık altındaki hadislerin kaynakları hayli şüphelidir. (Bunlara “fiten ve melahim” hadisleri denir ve genellikle Emevî devrinde karşıt siyasi amaçlarla türetildiği düşünülür.) Kuran’a ve sahih hadislere dayanmayan bu tür söylenceler hızla yayılmış; kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Bunlara göre kıyametten kısa süre önce güneş dünyaya yaklaşacak, bu nedenle dünyada sıcaklık inanılmaz derecede artacaktır. Öyle ki güneş sürekli tepede olduğu için insanlar kendi terlerinde yüzecektir!
KENDİ MARİFETİMİZ
Bugün görüyoruz ki sıcakların aşırı yükselmesi için kıyametin kopması şart değil! Kuran, “İnsanların kendi işledikleri sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır (Rûm, 41)” der. Başımıza gelen çevre felaketlerinin “bizim” eserimiz olduğu ortada. Biliminsanları, uzun zamandır iklim krizine dikkat çekiyorlar zaten. Eğer ciddi önlemler alınmazsa gidişatın vahametini vurguluyor; yaygın kuraklığı, gıda ve enerji krizini bir “kıyamet senaryosu” değil, yüksek ihtimal görüyorlar.
ÇEVRE SAVAŞI
Amma velakin bu aralar büyük devletlerin önceliği küresel ısınma falan değil... Öncelik, kimin hangi bölgeyi kontrol edeceği! Herkes, kimin hangi silahı kullanacağının derdinde. Silahlanma yarışının ve savaşların çevreye yıkıcı etkisiyse pek konuşulmuyor. Savaş ve terör, insanlığın yanında doğal hayatı da altüst ediyor. Ormanlar, meralar, tarlalar yok oluyor; tarım ve hayvancılık sürdürülemez hale geliyor. Hepimiz hava sıcaklığının 40 dereceyi aşmasından haklı olarak kaygılıyız. Ama unutmayalım ki tek bir atom bombası patladığında etrafına 100.000.000 (yüz milyon) derecelik ısı yayıyor!
ELDEN NE GELİR?
Bu konular ister istemez içimizi karartabilir. Ayrıca kendimizi çaresiz hissedebiliriz. Öyle ya... Bir başımıza ne yapabiliriz ki? Hem dünyayı yönetenler kararlarını bizim üç beş gariban satırımıza bakarak almıyorlar ya... Ama iyisi mi biz yine de menkıbedeki karınca gibi olmayı deneyelim. Hani şu sırtında taşıdığı bir damla suyla Nemrut’un yaktığı dev ateşi söndürmeye çabalayan; Hz. İbrahim’i kurtarmak için çırpınan o inançlı karınca gibi. Bize yakışan “boyumuza posumuza bakmadan” bu büyük yangını söndürmek uğrunda ilerlemek. Kuran’da cennet, “Orada ne susuzluk çekersin ne de güneşin sıcağında bunalırsın (Tâ-Hâ, 119)” şeklinde tarif edilir. Gelin, dünyayı ateşinde kavrulduğumuz bir cehenneme değil, cennete dönüştürmek için gücümüz yettiğince gayret edelim.
KUVVEDEN FİİLE
"KUVVEDEN fiile”, bir düşünceyi uygulamaya geçirmek anlamına gelir. Dün Hürriyet’te çıkan bir habere göre biliminsanları, felçli hastaların düşüncelerini komuta çeviren teknolojide önemli ilerleme kaydetmişler. Bu teknolojiyle kişinin aklından geçenler bir bilgisayar aracılığıyla yazılı komutlara dönüşebilecekmiş. Yani zihninden “yap” dediğinde bu “online” bir emre dönüşecekmiş.
*
Elbette bu haberler bizi nicedir şaşırtmıyor. Hatta gözümüz önünde gerçekleşen bu gelişmeleri son derece “normal” karşılıyoruz. Şu işe bakın ki inanç tarihinin en büyük meselesi tam da bu konudur aslında. Semavi dinler, kâinatın Allah’ın “ol” demesiyle meydana geldiğini vazederler: “Ol! dedi oldu âlem, yazıldı levh ü kalem”. Kimilerine göreyse bu inanç, Kuran’daki ifadesiyle “eskilerin masallarından başka bir şey değildir (En’am, 25)”. Ne garip... İnsan denen varlık, “kendi eliyle yapıp ettiklerinin” gerçekliğine inanabiliyor. Ama kendinden başka bir iradenin varlığına da o iradenin “kuvveden fiile” geçebilen bir kudretinin olabileceğine de inanamıyor.
Paylaş