Paylaş
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, geçtiğimiz günlerde ‘NATO’nun Karadeniz’deki varlığını arttırmakta kararlı olduğunu’ açıkladı. Nedeni malum: “Karadeniz’in kilidi” Kırım, artık Rusya’nın denetiminde. Elbette NATO’nun ‘askeri varlığın arttırması’, Batı ülkelerinin Karadeniz’deki ilk gövde gösterisi olmayacak. Bundan 164 yıl önce, dönemin süper güçleri İngiltere ve Fransa, Rusya’nın Karadeniz’e hâkim olmasını engellemek adına savaşı dahi göze almış; Osmanlı Devleti’yle müttefik olarak Rusya’yla Kırım Savaşı’na girmişti. Ne var ki, zaferle sonuçlanmış gibi görünse de üç yıl süren bu savaşın maliyeti Osmanlı için çok ağır olacaktı… (Tabii Kırım denince bedel ödeyenlerin başında Tatarlar ve diğer Türkî ahali gelir. Ama onların sıkıntılarını ve zorunlu göçlerini ayrıca ele almalıyız.)
RUSLARIN ÇIKARDIĞI ‘GÖK GÜRÜLTÜSÜ’
28 Şubat 1853 tarihinde İstanbul’a yanaşan “Gök Gürültüsü” isimli buharlı geminin önemli bir yolcusu vardı: Çar tarafından özel olarak görevlendirilmiş Prens Menşikov. Menşikov’un görevi Kudüs’teki ‘Kutsal Mekanlar’ üzerinden Osmanlı üzerinde güç gösterisine girişmekti. Elbette, Kudüs’teki hangi kilisenin anahtarının kimde duracağı, hangi sırayla ayin yapılacağı sembolik bir meseleydi. Ruslar, bu bahaneyle Osmanlı’nın Ortodoks tebaası üzerinde açıkça hükümranlık talep ediyordu. Rusya’nın asıl hedefiyse, 1783’te ilhak ettiği Kırım’dan sonra Güney’e, yani Karadeniz ve Osmanlı toprakları üzerinden Akdeniz ve Ortadoğu’ya inmekti. Ancak İngilizler Hindistan yolunda, Fransızlar ise Akdeniz ve Ortadoğu’da Rusları görmek istemiyorlardı. Ama Menşikov taleplerinin kabulü için Osmanlı’yı savaşla tehdit edip herkese gözdağı vermekte kararlıydı. Ne de olsa dünyanın en büyük kara ordusu Rusya’ydı ve Osmanlı’nın derdi başından aşkındı… Ancak tüm nobran ve tehditkâr tavrına karşın Menşikov, payitahta boyun eğdiremedi. Bunun üzerine Rusya Çarlığı, Osmanlı Devleti’ne ültimatom verdi. Artık savaş kaçınılmazdı. İngiltere ve Fransa, Rusları Karadeniz’de durdurmak adına Osmanlı’nın yanında savaşmaya karar verdi. Bu ittifak önemli olsa bile yeterli olacak mıydı? Ne de olsa Osmanlı, bir değil iki savaşa birden giriyordu: Cephedeki savaş ve para savaşı.
YENİLEŞMENİN MALİYETİ
Özellikle Ruslar karşısında ağır yenilgiler alan Yeniçeri ordusu 1826’da kaldırılmış yerine ‘modern’ bir ordu kurulması için çalışmalar başlatılmıştı. Üstelik yenilenen sadece ordu değil, Tanzimat’la birlikte devletin neredeyse tümüydü. Eğitimden sağlığa her türlü yenilik için paraya ihtiyaç vardı. Öyle ki 1850-51 bütçesinde gelirlerin giderleri karşılama oranı %87,6’ya kadar gerilemişti. İşte Kırım Savaşı böyle bir ortamda patlak verdi. Normal koşullar altında bile devlet giderlerinin yaklaşık %40’ını oluşturan askeri harcamaların savaş sırasında yükselmesi kaçınılmazdı. Üstelik mesele artık sadece asker maaşı ödemekten ibaret değildi. Modern tarihin ilk büyük savaşlarından olan Kırım Savaşı, lojistiğin hayatî önemini göstermiştir. Askerin cepheye sevki, gıda temini, sağlık hizmetleri gibi konular daha büyük yatırım demekti. Haberleşme için artık telgraf hatları kurmak gerekiyordu. Üstelik ordunun beslenmesi, şehirlerdeki gıda temininde açıklara yol açıyordu.
Böylece 1853-54 bütçesindeki 779 milyon kuruşluk gider, bir sonraki yıl 1 milyar 108 milyon kuruşa yükseldi. Bütçe açığı iki yılda iki katına ulaşmıştı. Kırım Savaşı’nın Osmanlı Devleti’ne 11 milyon sterlinlik bir yük getirdiği düşünülüyor. Bu o kadar büyük bir meblağ idi ki, 1861-62 bütçe gelirlerinin neredeyse tamamına denk düşer!
PARANIN KAĞIT PARÇASINA DÖNÜŞMESİ
Bu ağır yükü karşılamak için öncelikle iç borçlanma yoluna gidildi. Bir tür hazine bonosu-kâğıt para karışımı sayılabilecek olan ‘kaime’ piyasaya sürüldü. Ne var ki bu iç borcun sadece faizi bile hazineye yüktü. Üstelik son derece basit bir şekilde, el yazısıyla hazırlanan kaimeler, kalpazanlar için bulunmaz fırsattı: Piyasa sahte kaimelerle doldu. Ayrıca ‘faiz getirili kâğıt para’ diyebileceğimiz kaimenin çok ciddi ‘konvertibilite’ sorunları vardı. El değiştirmesi ve nakde çevrilmesi sürecinde spekülatörlere gün doğuyordu. Bu da kaimenin (ve paranın) güven - değer kaybını beraberinde getiriyordu tabii… Yetmezmiş gibi, yüksek rakamlı kaimeler nedeniyle piyasada ‘bozuk para’ darlığı baş göstermişti.
Osmanlı maliyesi, halktan yardım kampanyaları ve bir defalık özel vergilerle durumu kurtarmaya çalışsa da kalıcı çözümler bulmakta zorlanıyordu. Sarraflardan ve Galata bankerlerinden alınan borçlar da yetmeyince bu defa doğrudan dış borçlanma yoluna gidildi. Bu, Osmanlı-Türk tarihinin günümüze dek ulaşan dış borç macerasının başlangıcıdır. (Dış borç konusunda 19 Mayıs 2013 tarihli “İstanbul Erkek Lisesi’nin IMF borcuyla ne alakası var?” başlıklı yazıma bakabilirsiniz.) Alınan bu borçların yıllar içinde faiziyle geri ödenmesi süreci devletin neredeyse iflasına kadar uzanır.
NASIL BİR GALİBİYET?
Osmanlı’nın 1860’lardan itibaren derinleşen mali krizine bakarak Kırım Savaşı’nın ödettiği bedelin büyüklüğünü anlayabiliriz. Elbette Batılı müttefikleri olmaksızın Osmanlı’nın Rus ordusuyla mücadelesi çok daha sancılı olabilirdi. Aslında Batılı güçler açısından da durum iç açıcı değildi. İngilizler ve Fransızlar, Kırım Savaşı’nda hem asker kayıpları açısından, hem de mali olarak hayli yüksek bir bedel ödediler. Savaş müttefiklerin galibiyetiyle sonuçlanmış görünse de Ruslar kısa bir süre sonra Karadeniz’de yeniden askeri varlık göstermeye başladı. Sadece 22 yıl sonra, 1878’de Osmanlı’ya yeniden savaş açtı. Üstelik bu defaki Osmanlı için bir ölüm-kalım savaşı gibiydi. Dolayısıyla günümüzde pek çok Batılı tarihçi Kırım Savaşı’nın İngiltere ve Fransa’ya jeopolitik açıdan kalıcı faydası olmadığını; kayıpların Batı kamuoyunda kahramanlık hikayeleriyle örtüldüğünü öne sürüyor.
ISINAN SULAR VE BOĞAZ’IN SERİNLİĞİ
Tüm bunlar, Karadeniz’deki çatışmaların -tüm taraflar için- çok ağır bedeller anlamına geldiğinin göstergesi. NATO her ne kadar ‘Karadeniz’de artan bir askeri varlıktan’ söz etse de bu hamlenin Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile uyumlu olacağını belirtmeyi ihmal etmiyor. Bu, Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin bölgede ancak 21 gün süreyle savaş gemisi bulundurması demek. Üstelik Batı’nın Kırım için Rusya’yla sıcak çatışmayı göze alması şu aşamada pek olası görünmüyor. Peki ama NATO’nun Kırım’ın ilhakından üç yıl sonraki bu çıkışının ardında ne olabilir? Onu anlamak için daha uzaklara; ABD’nin Pasifik sahasında Çin’le rekabetine ve bu doğrultuda Rusya’yla tesis etmeyi planladığı ilişkiye bakmakta yarar var. Unutmayalım ki Kırım Savaşı, Kırım, Kafkasya, Doğu Avrupa ve Baltık Denizi cephelerinin yanı sıra İngiliz-Fransız ve Rus donanmasının Pasifik’teki çarpışmalarına tanıklık etmişti.
Tarihin ışığında, özetle… Türkiye Karadeniz’de, NATO ve Rusya arasında dikkat ve serinkanlılık gerektiren, fevkalade hassas bir ‘denge oyunu’ tutturmak zorunda.
Paylaş