Paylaş
Osmanlı ramazanlarında gezintiye çıkmak için bahane çoktu. Başta kadınların ziyaretleri olmak üzere, büyük şehirlerde yoğun trafik ve bol hareket vardı.
EVLİYA Çelebi, 17’nci yüzyılda Mısır’da kadınların ramazan geçitlerinde nasıl ön sıralarda olduğunu anlatır. Osmanlı’da muhtemelen Lale Devri’nden başlayarak, kadınların sokaklardaki görünürlüğü artmıştı. Araştırmalar, 18’inci yüzyılda Halep ve Musul gibi şehirlerin, ramazanda kadınlara daha fazla sosyalleşme olanağı sunduğunu gösteriyor. Yani kadınların ramazan hareketliliği, sadece İstanbul’a ve 19’uncu yüzyıla özgü değildi. Ama en büyük insan trafiği yine de başkentteydi.
Kadınlar için hareketlilik, ramazan öncesindeki çarşı-pazardaki yoğun alışveriş sürecinde başlıyordu. Karşılık iftar davetlerinin yanı sıra ay boyunca gündüzleri türbe ve mezar ziyaretleri yapılırdı. Aynı şekilde cami ziyaretlerini de anmak gerek. Öğleden sonraları camiler dolmaya başlar; Sermet Muhtar Alus’un ifadesiyle, “ilk seğirtileri, babaanneler, anneanneler, teyzeler, kaynanalar, konaklara barınmışlardan kahya kadın, dadı kalfa, ihtiyar bacı... teşkil ederdi.” Kadınlar için bir diğer önemli etkinlik de teravih namazlarıydı. Bu vesileyle kadınlar gece de sokağa çıkmış oluyorlardı.
TERAVİH GECELERİ
Ramazanı İstanbul’da geçirmek için Mısır’dan gelen Arap alim ve siyasetçi Reşid Rıza, 1910’da şöyle yazmıştır: “İstanbul hanımları Arap beldelerindeki hanımlardan [özellikle ramazanda] camilerde namaz kılmalarıyla ayrılır... Öyle ki kendilerine namaz kıldıran imamlardan ve öğlenden sonra vaaz eden vaizlerden başka hiçbir erkeğin giremediği, onlara mahsus küçük camiler vardır. Namazlarını büyük camilerde kılan kadınlar da vardır... Yatsıdan yarım saat evvel ya da daha önceden tek tek veya topluca, anne, kızları ve komşu kadınlar, şal ve ipek çarşaflara örtünmüş olarak camilere giderken görülür... Gördüğüm kadarıyla kadınların camilere gitmesi kendilerine bir yücelik duygusu verdiği gibi, kocalarının nazarında da değerlerini artırıyor.” (Çev. Suat Mertoğlu)
19’uncu yüzyıl ortalarından itibaren ramazanlarda Şehzadebaşı ve Unkapanı arasında, bazen de Divanyolu ve Aksaray’da öyle büyük bir insan kalabalığı olurdu ki, kaldırımlarda yürümek güçleşirdi.
PİYASA VE TRAFİK
Günümüzdeki egzoz dumanlarının yerinde arabalara koşulan atların bıraktığı koku vardı. Bu yoğun trafiği Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası’ndan okuyalım: “Ramazan günlerini pek iyi saymakta olan Bihruz Bey, sokakları hıncahınç dolduran bu kalabalığa nazar-ı taaccüple bakarak yoluna devam ediyordu... Meydanı bin müşkilat ile geçerek belki yirminci defa tevkife (durmaya) mecbur oldu. Zira Vezneciler cihetinden gelmekte olan iki sıra arabalar, ilerisi tıkanmış olduğu cihetle orada durmakta ve iki taraftan hücum eden halk, birbirlerinin mürur-ü ubûruna (geçişine) mani olmaktaydı.”
Sergiler ve ay ışığında iftar sefası
RAMAZAN hareketliliğinin önemli nedenlerinden biri de büyük camilerin avlularına kurulan açıkhava sergileriydi. Abdülaziz Bey’e göre sergilerde tespihler, el yazması kitaplar; nefis şallar, kumaşlar; çeşitli baharat; yakmak üzere ödağacı, anber gibi buhurlar; şekerler bulundurulurdu.
İSTANBUL GECELERİ
Samiha Ayverdi, İstanbul Geceleri adlı eserinde şöyle sorar: “Acaba Beyazıt’ın çınarı, bir zamanlar camiin avlusunda ramazandan ramazana kurulup, yerli mamul ve mahsulün hemen her çeşidini bağrında toplayan sergisinden bize birkaç hâtıra söyler mi?”
SANDALLARLA MEHTABA
“[Ramazan ayında] Boğaz’da yalı sahipleri sandallarla mehtaba çıkacaklardır. Fakat bu ilkbahar mevsiminde denize uzun süre açılanların, kendilerini üşütmemeye dikkat etmeleri gerekir. Nezle ve özen gösterilmezse, zatürreeye varan hastalıklar söz konusu olabilir... Kadıköy ve Boğaziçi’nde oturanların bir kısmı iftardan sonra vapurla İstanbul’a geçip dönüyorlar. Vapur sefasına denilebilecek bir şey yoksa da, rutubetten ve geç vakit çıkan soğuktan korunmak gerekir.” Maarif Dergisi, 1892’de ramazanda gezip, iftar edeceklere işte bu tavsiyelerde bulunuyordu. (N. Yazıcı 2003’ten naklen).
Paylaş