Paylaş
DEVLET ORGANLARI
Kutsal Roma (Habsburg) imparatoru II.Joseph, 1777’de kimlik değiştirmiş olarak Fransa’daydı. Bu gizli ziyaretin amacı Paris’teki kız kardeşi Marie Antoinette’i ziyaret etmekti. Koskoca imparatoru sessiz sedasız buralara getiren sebep, Marie Antoinette ve kocası Fransa kralı XVI.Louis’nin hâlâ çocuklarının olmamasıydı. Bu vahim durumun sebeplerini bizzat araştıran II.Joseph, erkek kardeşine yazdığı mektupta, Louis’nin ereksiyon durumundan birleşmenin kaç dakika sürdüğüne kadar en mahrem ayrıntıları paylaşacak kadar bilgi sahibiydi. Sonuçta kralın ve kraliçenin bedeni sadece kendilerine değil, koskoca bir devlete aitti. Neyse ki II.Joseph’in bu gizli ziyaretinden sonra yapılan küçük bir tıbbi müdahale ile “iktidarsızlık” sorunu çözülmüş görünüyordu. Nitekim Marie Antoinette, annesi imparatoriçe Maria Theresa’ya yazdığı mektupta sevinçle “evliliğin tam anlamıyla icra edildiğini” bildirmişti. Birkaç yıl sonra saray mahsulü ilk erkek çocuğun doğumu, havai fişek gösterileri ve ziyafetlerle kutlanmıştı. On yıl sonra 1787’de Marie Antoinette, ölen çocuğunun anısını boş beşikte yaşatan, Fransa’nın hüzünlü annesi olarak resmedilmiştir.
İYİ DE KADIN, KÖTÜ DE KADIN
Ancak kraliçe hakkındaki bu resmî anne imgesi, Fransız Devrimi’nin ilerleyen aşamalarında doymak bilmez, ahlaksız, şehvet düşkünü bir kadına dönüşecektir. O, artık Fransa’nın çıkarlarını tehdit eden, Avusturya casusu bir fahişedir. Tüm kişisel ilişkileri, kamusal bir mesele olarak gündeme getirilir; davalara konu olur. Aslında devrim, kraliyet rejimine bir kadın bedeni üzerinden muhalefet etmektedir. O kadar ki dönemin aşağılayıcı pornografik karikatürlerinden birinde devrim liderlerinden Lafayette, eski rejimin simgesi Marie Antoinette’e “halk adına el koyar”.
İşin garibi, “ana kraliçe” olamadan giyotine giden Marie Antoinette olumsuzluk sembolüyken Fransız Devrimi’nin idealleri de yine kadın bedeniyle sembolize edilecektir. “İyi kadın”, 1792’den günümüze dek Fransa’nın simgesi olan, heykelleri şehir meydanlarını süsleyen “Marianne”dır.
Kadın sadece Fransa’da değil, Atlantik’in öte yakasında da özgürlüğün sembolüdür. Amerikalı kolonistler, İngiliz egemenliğine karşı bağımsızlığa yürürken ortak kavramlara, simgelere ihtiyaç duyarlar. İşte kadın sembol “Columbia” böyle doğar. Üstelik Columbia, uğrunda ölünecek bir kadındır! Yeri geldiğinde erkekleri ideal cazibesiyle kollarına; özgür dünyanın yaşaması için savaşmaya çağırır. Columbia, I.Dünya Savaşı yıllarında incecik, askılı elbisesiyle ne kadar narin ve davetkârsa, vatansever askerler de o kadar kaslı ve erkeksidir.
ANAVATAN, ANADİL, ANAYASA…
Milliyetçilik ve ulusal devletler çağında kadın, İsviçre’den Brezilya’ya kadar pek çok ülkede ‘ana vatan’ın sembolüdür artık. Vatan ise namustur. Dolayısıyla vatanı korumak anayı, daha doğrusu kadını korumaktır. Vatana ya da Osmanlı’daki ifadesiyle “Memalik-i Mahrusa”ya, (iyi korunan mülkler, memleketler) yapılacak her tecavüz, adeta anaya tecavüzdür. Hal böyleyken, karşı tarafın kadınına bir mülk gibi ‘sahip olmak’, farklı türde bir intikam aracıdır. Bosna Savaşı’ndaki sistematik tecavüzler, kadın bedeni üzerinden yürütülen düşmanlığın 20.Yüzyıl’daki en acı örneklerinden biridir. Bu tür şiddetin minimize edilmiş biçimiyse, plastik-şişme kadınlara alay amacıyla rakip takımın formasını giydirmek olsa gerek. Aynı tavra, eski devirlerde düşmanını aşağılamak için ona kadın kıyafeti gönderen hükümdarlarda rastlamak mümkün.
KADIN MI, İNSAN MI?
Mitolojiye göre koskoca Truva Savaşı, tek bir kadın uğruna çıkmıştır. O devirlerden günümüze dek, hemen her kültürde “iktidar”, erkeğin gücü ve kadın bedeninin korunması etrafında simgelendi. Elbette konu iktidara muhalefet olunca, onu simgeleyen kadınlar atışma / sataşma nesnesi olmaktan kurtulamadılar. Hâlâ da kurtulabilmiş değiller.
Annelik, vatan, namus ya da özgürlük… Konu ne olursa olsun kadın bedenini simge / ikon haline getiren her yaklaşım aslında onu tehlikeli bir merkeze koymuş olur. Çünkü kadın bedeni, bayrak veya arma gibi soyut bir simge falan değildir. Canlıdır, bireydir, hayatın içindedir. Kadınlar sadece bir simge olduğu için bile sözlü-fiili sataşmalara, saldırıya maruz kalabilir, kalmaktadır. Bu önemli soruna karşı en kalıcı çözümse, kadın bedenini kamusal bir sembol değil; cinsiyetinden bağımsız bir vatandaş, ama hepsinden önemlisi “insan” olarak görmekten geçer.
Paylaş