Paylaş
Peki tarih, kapitalizmin çıkmaza girmesiyle ilgili bize neler anlatıyor?
ÜÇ YILDA % 50 KÜÇÜLEN EKONOMİ
“Şu anda program ya da fikirler değil, beş milyon işsize günlük ekmek sağlamak söz konusudur.” Seçimin galibi, 1933’te Şansölye olduktan sonra bu sözleri söylemekte haklı sayılırdı, çünkü durum hiç iyi değildi. Ekonomideki çöküş, 1929’da kapitalist dünyanın büyük bir bunalıma girmesiyle yani “Büyük Buhran” ile başlamıştı. Almanya, Büyük Buhran’dan en ağır zararı gören sanayileşmiş ülkedir. 1929-1932 arasında iç pazar ve sınai üretim, yaklaşık %50 daralırken işsizlik üç kat artmıştı! Bazı bölgelerde işsizlik oranı %60’a yaklaşırken, maaşlar eski değerlerinin üçte birine geriliyordu. Orta sınıf neredeyse yok olma sınırına gelmişti.
HEM MALİ, HEM EKONOMİK KRİZ
Amerikan, İngiliz ve Fransız bankacılar, güvensizlik nedeniyle paralarını Almanya ve Avusturya’dan çekmeye başlayınca 1931’de büyük bir mali krizin fitilini de ateşlemiş oldular. Kimi bankalar batarken borsa bir yıla yakın süre kapalı kaldı. Devlet, mali sistemin çökmemesi için bankalara olan borçları bir şekilde üstlendi. Bu da ekonominin siyasetin daha fazla denetimine girmesi demekti. Ayrıca moratoryum (dış borçların ödenemez olması) ilan edildi. İhracat üçte iki geriledi. Dolayısıyla ülke, büyük ekonomilerden yalıtılmış bir şekilde içe yöneldi…
KRİZLERLE GELEN YÜKSELİŞ
İşte tüm bu ekonomik krizin ardından 1933’te, Adolf Hitler liderliğindeki Naziler seçimle iktidara geldiler. Onları oylarıyla iktidara taşıyanların önemli bölümü, önceki partilerin başarısız ekonomi politikalarından bıkmış, bunalmış, özellikle orta sınıf, işsiz yığınlardı. Peki ama ekonomik koşullarla Hitler’in başarısı arasında nasıl bu kadar doğrudan bir bağ kurabiliyoruz? Bunun için kısaca Nazi Partisi olarak bildiğimiz NSDAP’ın (Nationalsozialistische Deutsche Arberpartei / Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) oy oranlarına bakmamız yeterli olur:
1924 - % 6,5
1924 - % 3
1928 - % 2,6
1930 - % 18,3 (1929 Büyük Buhran sonrası)
1932 - % 37.3 (1931 Mali Kriz sonrası)
Bir istatistiki hipoteze göre (Bruno S. Frey - Hannelore Weck, 1983) eğer 1930 sonrasında işsizlik o denli yükselmeseydi, Nazi’lerin 1933’te ulaşacakları oy oranı % 44 değil, en fazla % 24 olacaktı!
80 YIL SONRA YENİDEN
Şimdi Nazilerin iktidara gelişinden 80 yıl kadar sonrasına bakalım. Aslında hikayeyi ana hatlarıyla hepimiz biliyoruz. Tüm dünyayı sarsan 2007-2008 Küresel Mali Krizi’nin en fazla etkilediği ülkelerin başında Yunanistan geliyordu. Yetmezmiş gibi dış borçlar ve kamu maliyesiyle ilgili bir dolu sorun bu süreçte gün yüzüne çıktı. Ulusal krize yol açan merkez partiler, onu çözmekte yetersiz kalınca radikal bir parti, yani radikal sol koalisyon SYRIZA önce yükselişe geçti, ardından iktidara geldi. İşte SYRIZA’nın oy oranları:
2004 - % 3,3
2007 - % 5,04
2009 - % 4,06
2012 - % 16 (2009 Mali Kriz Sonrası)
2012 - % 27
2015 - % 36 (Merkez partilerin başarısızlığı sonrası)
ZITLARIN BENZERLİĞİ
80 yıl arayla Almanya’da ve Yunanistan’da iktidara gelen iki radikal partinin oy oranlarındaki artış, bariz paralellik gösteriyor. Ekonomik krizle birlikte oy oranları kısa zamanda 4-6 katına çıkmış. İşin garibi, bu iki parti teorik olarak birbirinin tamamen zıttı görüştedir. Bu nedenle isimlerini değil aynı cümlede, aynı paragrafta bile birlikte kullanmak garip. Elbette günümüz değerleriyle totaliter NSDAP ile SYRIZA’yı siyaseten bir tutamayız. Ama verilerden hareketle şunu söyleyebiliriz… Kapitalizmin içine düştüğü bunalım ve ardından gelen ulusal krizler, iki ülkede de aynı sonucu doğurdu: Radikalizmin yükselişi. Biri radikal sağdan, diğeri radikal soldan. (Tabii, bu arada Almanya’da Komünist Parti’nin, Yunanistan’da ise radikal milliyetçi Altın Şafak Partisi’nin aldığı oyları da unutmayalım.)
KAPİTALİZM KRİZE GİRERSE
Şimdi gelelim Ali Koç gibi Türkiye’de büyük sermayenin en önemli temsilcilerinden birinin kapitalizm eleştirisine… “Eşitsizliğin ortadan kalkması için, kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben, en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun, kapitalizmdir.” Bu sözleri okumak bir bakıma sevindirici, çünkü bize geçmişten ders almış olabileceğimizi gösteriyor. Ayrıca bu ‘radikal’ ifade, sorunun gündeme gelmesi adına faydalı oldu. Hatta İSO Meclis Başkanı Zeynep Bodur Okyay da bu tartışmaya katıldı.
Ne var ki, mesele “kapitalizmin ortadan kaldırılmasıyla” çözülecek gibi durmuyor. Çünkü yakın tarihin gösterdiği üzere kapitalizm adı verilen sistem sarsıldığı anda radikal siyaset yükseliyor. Üstelik radikal rüzgarın hangi yönden eseceğini ve nasıl durulacağını kestirmek de zor. Dolayısıyla küresel ölçekte hareket eden büyük sermayeyle ilgili en temel mesele, küresel sorunların çözümündeki etkisizliği. Yani, refahın paylaşılması, hukuk, insan hakları ve hatta çevrecilik konusundaki küresel başarısızlığı! İşin ilginci, bu sorunları körükleyen de, çözüm arayan da Batı ülkeleri. Ama dünyadaki sermaye birikiminin yaklaşık dörtte üçünü yönlendiren Batı, bu sorunları çözmek için çok daha büyük adımlar atmak zorunda. Yoksa radikalizmin ilerleyişi kaçınılmaz olacak. Adaletsizliğin hüküm sürdüğü topraklardan sıçrayan kıvılcımlar Ankara’yı, Beyrut’u, Paris’i… bir anda tutuşturmaya devam edecek.
Paylaş