Paylaş
Kuran, “Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan, O’dur (Furkan, 47)” der. Yani hem iyi çalışmak lazım hem de iyi dinlenmek...
NEREYE KADAR?
“Çalış, çalış, nereye kadar?” sorusuna İslam’ın verdiği yanıt, insanın rızkını temin edebilmek için “hiç ölmeyecekmiş gibi” çalışmasıdır. Bilimsel araştırmalar, yaşlı bireylerin günlük işleri terk ettiklerinde daha hızlı yıprandıklarını, hatta zihinlerinin zayıfladığını gösteriyor. Çok çalışmak nasıl insanları bitkin düşürüyorsa, çalışmamak da güçten düşürüyor. Bu doğrultuda gayret gösterip “dünyayı mamur etmek” her Müslümanın sorumluluğudur.
NE İÇİN ÇALIŞMALI?
Elbette amaç sadece para-mevki kazanmak veya çalışmış olmak için çalışmak değil. İslam medeniyeti ölçüyü, başkalarından çıkar beklentisi içinde olmadan, Allah rızası için insanlığın yararına olacak işler (amel-i sâlih) yapmak olarak tarif eder. Önemli olan kişinin nihai gayesidir, çünkü “ameller (işler, davranışlar) niyetlere göredir.”
*
İnsan yararlı işlerde, rızkı için çalışmalı ama asla dünyayı “gönlüne” sokmamalıdır. Çünkü, dünya malı dünyada kalır. Peki ya içimize işleyen dünya gamı? İslam’a göre dünya, ebedi yolculukta bir duraktır sadece; başlangıç ve son değil... Ve nihayetinde gönül, bir sonraki durağa, dünyadan ne kadar az yük götürürse o kadar hafiftir. Maneviyatın ana gayesi, ruhu layık olduğu mertebeye yükseltmek olduğuna göre... Çalışmaya devam. Ama işimizin ve dünyanın kölesi olmadan.
ZORLUĞUN YANINDAKİ KOLAYLIK
TOPLANTILAR, çalışma hayatının ayrılmaz parçasıdır. Bu toplantılarda konular değerlendirilir, hemen herkes görüşünü söyler. Haliyle, başarı önündeki engeller ve zorluklar da dile getirilir. Ne var ki kimilerinin vazgeçilmez alışkanlığı, bir işin “nasıl olmayacağını” anlatmaktır. Veya her yeni fikrin zıt ihtimalini dile getirmeden duramazlar. Diğer bir deyişle, onların önceliği, odağı olumsuzluklardır.
İçinde bulunduğumuz dönem, makro ölçekli zorluklarla dolu: Pandemi; ona bağlı çalışma kısıtları, tedarik sorunları, artan fiyatlar... Yetmezmiş gibi bir de ağırlaşan çevre koşulları. Hal böyleyken insanın olumsuz düşünmesi, karamsar olması gayet doğal değil mi?
*
Kuran, “Elbette güçlükle beraber şüphesiz bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır (İnşirah, 5-6)” der. Hiç şüphesiz bu vurgu, en olumsuz durumda bile karamsarlığa, yılgınlığa kapılmamak gerektiğini düşündürür insana. Tabii bu, “acı gerçekleri” hafife almak veya sorunları görmezden gelmek değildir. Keza, “zorluğun yanındaki kolaylığı” aramak, meselelere “pembe gözlükle” bakmak anlamına gelmez. İş hayatı başta olmak üzere, hayatın her alanında asıl marifet, en olumsuz durumda bile tutunacak olumlu bir yan, bir çıkış yolu görebilmektir.
UMUT VAR MI?
Son zamanlarda yokluğu çokça hissedilen “umut/ümit”, klasik dönem İslam medeniyetinde “recâ” kavramıyla ifade edilirdi. Kuşeyrî (ö. 1072), bu hali kişinin “Rabbinin lutfunu kendine yakın hissetmesi, sonucun iyi olacağını düşünüp sevinmesi” olarak tarif etmiştir. Bunun zıttı ise “yeis”, yani umutsuzluk, karamsarlık halidir. İnsan, bu duyguya esir olmaktan kaçınmaya gayret etmelidir. Çünkü “Allah’tan ümit kesilmez” sözü, Müslümanlığın en önemli temellerinden biridir. Nitekim Kuran’da Hz. İbrahim’e şöyle hitap edilmiştir: “Asla, ümitsizlerden olma (El-Hicr, 55).”
Elbette umudunu koruyup “tünelin sonunda ışığın görüleceğine” inanmak, en fazla çalışıp çabalayanlara yakışır. Umut, insana çalışma azmi verirken; çalışma sonucunda elde edilen ilerleme, insanlara umut kazandırır. Eskiler bu bilinçle bir işe giriştiklerinde veya bir eseri tamamladıklarında şu sözü söylerlerdi: “Gayret bizden, tevfik (kişinin hayırlı işlerde başarıya ulaştırılması) Allah’tan.”
Paylaş