Paylaş
Ziyaret edenleri hayran bırakan göz alıcı binalar, güneş altında pırıl pırıl parlayan mermerden caddeler, muhteşem bir kütüphane... Manzaraya hâkim yamaç evler, çeşmeler, hamamlar... İşte o muhteşem şehre gittiğinizde, binlerce kişilik görkemli amfiteatrı arkanıza alın... Keyifle yürüyeceğiniz o ferah Liman Caddesi’nin sonunda denize varacak, uzak kentlerden gelip kıyıya yanaşmış gemileri göreceksiniz...
*
Daha doğrusu, görürdünüz... Çünkü bugün orada deniz yok! İnsanlık tarihinin en güzel şehirlerinden, “dünya harikası” Efes’ten bahsediyorum. İnanmak zor gelse de bugün ‘tarlaların ortasında’ yer alan, sahilden 5 kilometre kadar içerideki Efes şehrinin bir zamanlar denize kıyısı vardı! Ama şehre ulaşan suyolunun toprakla (alüvyonla) dolması sonucunda denizle bağlantısı kesildi.
Efes'in, 19. yüzyıla tarihlenen, hayali bir görünümü. Şehrin hemen yanı başında iç liman görülüyor.
*
Elbette bu değişim, ticarete ve şehir hayatına büyük darbe indirdi. Ayrıca yaşanan istilalar ve ayaklanmalar, kitlesel can kayıplarına neden oldu. İnsanlar zamanla şehri terk edip yakın-uzak başka beldelere göçtüler. Ve görkemini yitiren Efes, kimsesiz kalıp “ören yeri”ne döndü. Bugün tiyatro hâlâ orada ama şehir halkı yok... Kütüphane binasının duvarları var ama kitapları ve okuyucuları yok...
Deniz kıyısındaki Efes’in maketi.
ELVEDA GÜZEL ŞEHRİM
Hiç şüphesiz bu hikâye sadece Efes’e özgü değil. Göbekli Tepe’den Truva’ya kadar antik şehirlerin ıssızlaşma öykülerine rastlıyoruz. Üstelik sadece eski çağlarda değil dünyanın farklı noktalarında, 20. yüzyılda bile terk edilmiş şehirler bulunuyor.
*
Şehirler tarih boyunca çok farklı nedenlerle ıssızlaşmıştır: Savaş, yağma, madenlerin tükenmesi, hava kirliliği, baraj yıkılması, hatta nükleer sızıntı... Bu tür zorlayıcı koşullar altında insanlar gibi şehirler de hayata veda ediyor. Elbette, vedalar acıklıdır. Bazen hayat, hiç istemeseniz de sizi çok sevdiğiniz şehrinizden ayrılmak zorunda bırakır.
Günümüzde deniz Efes’e çok uzak.
GÖÇÜKLER VE GÖÇ
Tüm bunları neden anlattığımı tahmin etmişsinizdir: Yaşadığımız son deprem felaketi ardından nüfusunu yitiren beldeler. “Deprem göçü” veren illerin başında Hatay geliyor. Elbette ne Hatay ne diğer illerimiz, Efes veya Truva gibi topyekûn terk edilmiş değil. Yine de tarih bize mevcut durumu ciddiye almamız gerektiğini hatırlatıyor. Hayati önemdeki bu meseleyi oluruna bırakamayız.
*
“Deniz bitmeden önce” hareket geçmek şart. Afetzede şehirlerimizin canlılığını korumak için mutlaka bilinçli ve kararlı adımlar atmak zorundayız. Görev, sadece yıkılan binaların sağlamlarını yapmaktan ibaret değil. Ağır darbe alan ticareti, tarımı, hayvancılığı, eğitimi, sağlığı, turizmi, kültürü... Her şeyi yeniden inşa etmek durumundasınız. Bunun için “geçmişten ders alan” kapsamlı bir planlama gerekiyor. Ve tabii bu planların hayata geçirilmesi... Neyse ki tarih, terk edilen şehirleri kaydettiği gibi ayağa kaldırılan şehirleri de kaydetmiş. Bu listenin başındaki beldelerden birisi de Antakya!
PES ETMEYEN ŞEHİRLER
“AH dünyanın huzur dolu limanı, kâinatın sığınağı! Nerede insanlık ve onun iyilikleri?” 526 yılındaki Antakya Depremi’nin tanıkları, işte böyle hüzünle anlatmışlar yaşadıklarını. Rivayete göre 250 bin kişinin hayatına mal olan afet nedeniyle şehir harap olmuş, boşalmıştı. Büyük tahribatı haber alan Bizans İmparatoru, şehrin yeniden imarı için ne gerekiyorsa yapılmasını emretti. Nitekim Antakya zamanla yeniden bir cazibe merkezine dönüştü.
*
Tarihteki en ölümcül depremlerin yaşandığı şehirlerden olan Antakya, görüldüğü üzere ne kadar zor koşullar altında kalırsa kalsın, asla bir Efes’e veya Truva’ya dönmedi. Her defasında hayata döndü. Hâkimiyet kimde olursa olsun, Antakya ve İskenderun çevresinden, yani Hatay’dan vazgeçilmedi. Elbette bunda bölgenin deniz ve karayolları üzerindeki konumu, doğal zenginlikleriyle tarıma elverişli oluşunun büyük etkisi vardır. Yoksa bu denli güçlü depremlerle sarsılan bir belde, “kaderine” terk edilirdi.
*
Benzer bir durum Maraş, Malatya, hatta Halep gibi diğer tarihi şehirler için de geçerli tabii... Bunlar arasında 1104 Maraş ve 1893 Malatya depremleri akla ilk gelenleridir. Bu şehirler de geçirdikleri nice afetlere rağmen terk edilmediler. Kısacası, antik çağlardan günümüze uzanan bu mücadelede sıra şimdi bizde. Pes etmek yok... Beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarla yetinemeyiz. Bilimden eğitime, sanattan turizme kadar her alanda yıkılanı yapmak, düşeni ayağa kaldırmak zorundayız. Zor ama imkânsız değil. Bizden önce defalarca yapılmış. Günümüz bilimi ve olanaklarıyla biz çok daha da iyisini yapmalıyız.
Paylaş