Paylaş
“AK”DENİZ, “KARA”DENİZ
Renkler, günümüzde olduğu gibi geçmişte de pek çok alanda simge olarak kullanıldı.
Türklerde doğunun mavi, batının ak/beyaz, kuzeyin kara/siyah, güneyin kızıl renkle simgelendiğine dair bilgilere rastlıyoruz.
Ne var ki bu tür bilgilerden hareketle Türk kültüründeki renklere mutlak/standart anlamlar yüklemek, en sık yapılan yanlışlardan birisidir.
Örneğin “Kara”deniz ve “Ak”deniz isimlerinin bu renk kodlarından kaynaklandığı öne sürülmüştür.
Oysa yeni akademik araştırmalar durumun böyle olmadığını ortaya koyuyor. (Bkz. Osman Karatay, “On the Origins of the Name For the “Black Sea”, The Journal of Historical Geography, v.38, 2011) Üstelik farklı dönemlerde yönler için başka renklere rastlamak mümkün.
Tabii, yüzyıllar içinde renklerin anlamsal değişimi de söz konusu.
Sarı, Orta Asya’da Çin kültüründeki gibi saygın bir renk iken, Anadolu’da halk kültüründe olumsuz anlam taşıyabiliyordu.
“Kara” kimi durumlarda yüksek itibarlı isimlerde yer alırken, bazen de kötülüğü çağrıştıran olumsuz bir isim takısı olmuştur.
Özetle, renklerin ve anlamlarının, zaman ve mekana göre çok farklı hikayeleri vardır.
HANEDANLARIN VE DİNLERİN RENGİ
Pek çok kültürde gökyüzü mavisi, yücelik ve soylulukla ilişkilendirilmiştir.
Bizans İmparatorluğu’nun bir döneminde “porfirogennetos”, yani “mor-doğan”, doğuştan imparator adayı olanlarla hanedanın en ‘soylu’larını tanımlayan bir unvandı.
Öte yandan Bizans bayraklarında mor renkle değil, genellikle sarı-kırmızı ile karşılaşırız.
Renkler, savaş meydanında kimin kim olduğunun anlaşılması için önemliydi.
Beyaz üstü sarı / beyaz üstü kırmızı Haçlı bayraklarının karşısında İslam’ın yeşille simgelenmesi çok geç bir dönemin ürünüdür.
İslam’ın doğuşunda “yeşil” renge dair bir bilgiye rastlanmaz.
Renklere özel bir vurgu yapmasa da Hz.Peygamber’in başına siyah veya beyaz sarık sardığı biliniyor.
Bu dönemde kullanılan çok farklı renkteki sancaklar (livâ / râye) içinden siyah, beyaz ve sarı olanlar yazılı kaynaklara daha fazla yansır.
İslamiyet’te hanedan yönetiminin ve mezheplerin ortaya çıkışı renklerde kendini doğrudan göstermiştir.
Siyah, önceleri Haricîler tarafından kullanılsa da esas olarak Abbasî hanedanın bayrak rengidir.
Yeşilin Ehl-i Beyt’le; kırmızı ve yeşilin Şia ile ilişkilendirilmesi de İslamiyet’in ilk iki asrında görülmez.
Bunlar sonraları kurulmuş simgesel ilişkilerdir.
RENKTEN RENGE BÜRÜNMEK
Osmanlı’da Ehl-i Beyt soyundan gelen seyyid ve şeriflerin devlet kaydıyla yeşil sarık giymeleri esastı.
Bu renkte sarığın başkaları tarafından ve özellikle gayr-ı Müslimlerce kullanılması yasaklanmıştır.
Her dini grubun giyiminde kendi tercih ettiği renkler vardır elbette. Bu bir “çok renklilik” göstergesiydi.
Buna karşın Osmanlı Devleti zaman zaman farklı dinden olanların kıyafetlerine/başlıklarına renk şartı getiren fermanlar yayınlamıştır.
Ama bu fermanların yayınlanma sıklığından uygulamanın başarısızlığını çıkarsamak da mümkündür.
Renkler, Osmanlı tasavvuf kültüründe de önemli bir yere sahiptir. Başa giyilen taclar (kavuk, külah, takke) ve sarığın (destar) rengi, şeyhin bağlı olduğu tarikatı veya kolu simgeliyordu.
Ayrıca dervişin rüyasında gördüğü renkler, onun manevi terbiyesinde ulaştığı makamın göstergesi olarak kabul edilmiştir.
19.Yüzyıl’da devlet memurları için kıyafet ve başlıktaki çok renkliliğin yerini, siyah takım elbise, beyaz gömlek ve kırmızı fes alacaktı.
Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalan ay-yıldızlı bayrağın kırmızı rengi de, yine 19.Yüzyıl’dan itibaren kararlı hale gelmiştir.
Daha önceleri Osmanlıların sancaklarda ağırlıklı olarak “koyu kırmızı, sarı (altın) ve yeşil” renkleri kullandığını görüyoruz.
Bu devirlerde gemilerden madalyalara kadar hemen her yerde bu üç renge rastlamak mümkündür.
Yakın tarihimizin en büyük ironilerinden biriyse, tarih boyunca hem Türk kültüründe, hem de Osmanlı geleneğinde kullanılan bu üç rengin, PKK bayrağında bulunması nedeniyle ciddi tepki görmesi.
TEK RENKLİ HARİTALAR
Sembol renkler, ister istemez zihnimizdeki şartlanmalardır.
Tüm dünyada çocuklar, küçük yaşlardan itibaren okullarda ülkelerinin tek renkli haritalarına bakar dururlar.
Oysa hemen hiç bir ülke, etnik veya dini olarak tek bir renkten oluşmaz.
(Buna alt grupları, dünya görüşü ve yaşam biçimindeki farklı renkleri de ekleyelim.) Ayrıca bazı ülkelerin nüfusu, birden fazla ten rengi demektir.
Buna rağmen 20.Yüzyıl boyunca tek renkli haritaların dayatılması, dünyanın pek çok yerinde sayısız faciaya yol açtı.
Tabii, her bir etnik-dini grubun ya da siyasi düşüncenin sadece kendine ait, tek renkli bir alan boyamasının vahim yıkıcılığını da yok sayamayız.
Kim başlatırsa başlatsın, ‘duman siyahı, kan kırmızısı ve toprak renkler’, her savaşın hakimidir.
Ayrıca her yeri kendi rengiyle boyama takıntısı, medeniyetin ve doğanın nice rengini yok etmiyor mu?
İşte böyle bir dönemde, yetişkinler için boyama kitaplarının satış rekoru kırmasına şaşmamak gerek.
O kitaplardaki belirlenmiş alanları kendi seçimine göre boyamak, renkleri giderek solan bir dünyaya karşı insanların iç savunmasıdır belki de...
Paylaş