Paylaş
Osmanlı’da ‘sahur özel programları’ yeri göğü, gümbür gümbür inletirdi. Sahur vakti gecelerin sessizliğini delen tabii ki davulun sesi ve davulcunun dilindeki manilerdi...
GÜNÜMÜZ şehirlileri için, geçmişle ilgili canlandırılması en zor şeylerden birisi sessizliktir. Örneğin İstanbul’un sanayileşme öncesindeki gece sessizliğini bugün hayal etmek bile güç. Peki, sahurda özel program yapan radyo ve televizyon kanallarının; hatta çalar saatlerin bile olmadığı bu ‘sessiz’ dünyada, zamanı nasıl yakalarsınız? Ezan, namaza çağırmanın ötesinde temel bir işlevi vardı; toplu yaşamın ritmini belirleyen bir orkestra şefiydi adeta. Günlük etkinlikler, ezanın bir çalar saat gibi işlemesiyle ilerlerdi. Ancak sahur, gündelik ritmin dışında kalan bir zaman dilimi getiriyordu. İşte, ezanın olmadığı bu vaktin alarmı, gecenin sessizliğini delen, davul sesiydi. Tabii bir de davulcunun tüm mahallede çınlayan manileri...
DAVULCU PADİŞAH
İnsanlığın en eski çalgılarından olan davulun izlerini M.Ö. 3 binli yıllara kadar sürmek mümkün. Tokmağın ise davula, Orta Asya’da eklendiği düşünülüyor. Eski Türk dinlerindeki vurmalı çalgılar, ibadetin önemli bir parçasıydı. Davul, ‘köbürge’ kelimesiyle Orhun Yazıtları’nda da geçer. Evliya Çelebi’ye göre İstanbul’daki davulcular esnafı 5 dükkan, 15 neferden oluşuyordu: “Osmanlılarda ilk davul çalan Orhan Gazi’dir ki hâlâ Bursa’da kabri üzerinde asılı, kırmızı örtülü bir büyük davul vardır.” Bu satırları okuyunca, Orhan Gazi’nin elde tokmak, mahalle mahalle davul çaldığına kanaat getirmeyelim hemen. Davul, eski zamanlardan beri hükümdarlık alametlerinden sayılırdı. Hatta İbn Haldun’a göre Türkler bu konuya çok önem verirlerdi. Rivayete göre -son Selçuklu sultanı sayılabilecek olan- III. Alaeddin Keykubat, fetihlerini kutlamak için Orhan Gazi’ye bayrak ve tuğ yanında, bir de davul göndermişti. Dolayısıyla, Seyahatname’deki bilgiyi, ‘hükümranlığını duyurmak için davul çaldıran ilk Osmanlı sultanı, Orhan Gazi’dir’ biçiminde okuyabiliriz. Ramazanın 11 ayın sultanı olduğunu duyurunsa mahalle davulcularıydı.
İLK TOKMAK
Mehteranda görev yapanların, ‘özel’ işlere gidip, yüksek makamdakilerin konaklarında ‘üç nöbet fasıl ettikleri’, ‘düğünlerde fasl edip kar ettikleri’ gibi bilgiler, davulcuların ramazan dışında ne iş yaptıkları hakkında fikir verir. Ayrıca 18’inci yüzyıla tarihlenen ‘Ramazanname’deki maniler, bu mesleğin vakt-i zamanında yeniçerilerle ilişkili olduğunu gösteriyor. Edebiyat tarihçisi Amil Çelebioğlu (1934-1990), yazılı manilerin diline bakarak eski Anadolu Türkçesi’nden izler taşıdığını, dolayısıyla geleneğin çok erken zamanlara dayandığını işaret eder. Hatıratlardan, davulcularla bekçilerin karşılıklı olarak, iftarın ardından ve sahur vaktinde sokak sokak dolaşıp, maniler okuduğunu öğreniyoruz.
‘KAÇIŞ’ YOK
Manilerin konuları çok büyük bir çeşitlilik gösteriyordu. Ramazanın ilk gününden bayrama uzanan ‘sahur özel programları’, hayli zengindi yani... Manilerdeki en belirgin özellik, dini hayat ve gündelik hayatla ilgili konuların yan yana kullanılmasıdır. Uhrevi ve dünyevi olan arasında herhangi bir ayrım gözetilmiyor; Mekke-Medine’den, cennetten cehennemden söz eden bir davulcu, birkaç fasıl sonra, pişirilen yemeklerden, şekerlemelerden, çocukların haylazlığından, kuşlardan ördeklerden veya mahallenin kedilerinden bahsedebiliyordu. İstanbul’un semtleri ve ramazan kültürü hakkında pek çok ayrıntıyı da manilerden öğrenmek mümkündür. Ancak konu ne olursa olsun, -özellikle zengin konaklarının kapısında- maniler dönüp dolaşıp bekçiye ve davulcuya verilecek bahşişe geliyor; geceyi delen davul sesinden kurtulmanın tek yolu bahşişten geçiyordu.
Akşam ezanı dinlemek
Sahur vakti yemek yemek
Ramazana mahsus şeydir
Gece davulcu söylemek.
*
Ben bir sırrı bilemedim
Kârdan lezzet alamadım
Ağalarım İstanbul’da
Bir kolay kâr bulamadım.
*
Sahur sünnet iradettir
Bize layık ibadettir
Beyim sahura uyanmak
Ne devlet, ne saadettir.
*
Lazımdır böyle görülmek
Bekçiyle iyi dirilmek
Ramazana mahsus şeydir
Bekçiye bahşiş vermek.
Paylaş