Paylaş
Yaşadığımız çağda neredeyse hepimiz zamanlama bağımlısıyız. Hayatımızdaki her şeyin tam vaktinde gerçekleşmesine öyle alışmışız ki... “Gecikme, rötar, iptal” kelimeleri, sinir olmak için yeterli. Salgın gibi mücbir (zorlayıcı) sebeplerle rutinimiz ve planlarımız bozulunca, ruh halimiz altüst oluyor. Tabii bir de karar almamızı zorlaştıran belirsizlik hali var. Koşullara göre hayatımızın ritmi baştan sona değişiyor. Geriye sadece kısa vadeli, günübirlik, hatta anlık planlar kalıyor. ‘As Time Goes By’ (Zaman Geçtikçe) şarkısıyla meşhur, II. Dünya Savaşı döneminde geçen ‘Casablanca’, böyle zamanları çok iyi yansıtır:
Rick: “Dün gece neredeydin?”
Ilsa: “Üstünden çok zaman geçti, hatırlamıyorum.”
Rick: “Seni bu gece görebilecek miyim?”
Ilsa: “Asla o kadar uzun vadeli planlar yapmam.”
Elbette hayatın aslında sadece “şimdiki andan” ibaret olduğu düşüncesi yeni bir olgu değil, yüzyıllar öncesindeki şiirlerde dahi karşımıza çıkar. Mehmet Âkif ise bu meseleyi şöyle dile getirmiştir: “Geçen geçmiştir artık, ân-ı müstakbelse mübhemdir (gelecek an, belirsizdir)/Hayatından nasibin, bir şu geçmek isteyen demdir.”
TUTAMIYORUM ZAMANI
Bir sahil kasabasında, adamın biri gün boyu iskelede oturur, gözlerini hiç ayırmadan denize bakarmış. O beldeyi ziyaret eden biri bunun nedenini sorduğunda “O adam meczuptur, kıyıya vuran dalgaları sayar” demişler. Aldığı cevapla merakı artan ziyaretçi bir gün dayanamayıp meczubun yanına oturmuş: “Selamünaleyküm dayı!”. “Ve aleykümselam yeğenim” demiş meczup. “Duydum ki yıllardır dalgaları sayıyormuşsun”. “Sayarım”. “Peki şimdiye kadar kaç dalga saydın?”. “Bir” diye cevap vermiş meczup. “Bir mi! Sadece bir tane mi sayabildin bunca zamanda?”. “Evet, sadece bir” demiş meczup. “Geleni saydım, elde var bir. Yenisi geldi ama eskisi kaybolup gitti. Sonraki de henüz kıyıya varmadığına göre, elde var yine bir”. Bu kıssadaki “dalga”, elbette yaşadığımız an, şimdiki zamandır. “Yerinde saymak” zaman kaybı olarak görülmüş, “Geçti mazi, çekme istikbale gam/Gün bugün, saat bu saat, dem bu dem” dizeleri, her anın kıymetini bilip onu doğru değerlendirmenin önemini hatırlatmak için söylenmiştir. “Bulunduğumuz ana odaklanmak, farkındalık” gibi moda kavramların arka planında işte böyle kadim bir anlayış yatıyor.
YARIN MUTLAKA…
Mukatil b. Süleyman’ın (ö.767) aktardığına göre bir gün Mekke’nin ileri gelenlerinden bir grup, Hz. Peygamber’e birtakım sorular sordular. Peygamber de onlara cevaben “Yarın gelin, size onların durumunu bildireyim” dedi. Bu olay üzerine Kuran-ı Kerim’de Resulullah’a şu sözlerle hitap edildi: “Hiçbir şey hakkında ‘Yarın şunu mutlaka yapacağım’ deme. Ancak, ‘Allah dilerse [inşallah] yapacağım’ de”. Gündelik hayatta sıkça kullandığımız “inşallah” sözü, temelini işte bu ayetten alır. “İnşallah” ifadesi, insana -peygamber bile olsa- mutlak/kesin/tanrısal bir gücünün olmadığını hatırlatır: İnsan ne kadar tedbirli ve dikkatli olursa olsun karşısına beklenmedik bir engel çıkabilir, koşullar aniden değişebilir. Hz. Ali’ye atfedilen “Takdir edilenlerin düğümü çözülünce, tedbirler boşa gider” sözü böyle durumları anlatmak için kullanılırdı. Türkçede “takdir, tedbiri bozar” biçimini alan bu söz genellikle, dikkatine ve gayretine rağmen işi planladığı gibi gitmeyen kişinin üzüntüsünü hafifletmek için söylenir. (Elbette bu ve “ne yapalım, takdir-i ilahi” gibi sözler veya “kadercilik” bahanesi, işini doğru yapmayan tedbirsiz kişiyi sorumluluktan kurtarmaz.) İyisi mi biz her konuda ciddiyetle tedbirlerimizi alalım, planlı olmaya devam edelim. Ama sonrasında da “belirsizlik /bilinmezlik” kavramıyla barışmaya çalışalım. Düşünsenize, her maçın skorunu, her filmin sonunu önceden bilseydik hayat çok sıkıcı olmaz mıydı? Belki de öngöremediğimiz bazı şeyler beklediğimizden de güzel olabilir. Ne demiş Yunus Emre: “Sen sanmadığın yerde nâgâh (birdenbire) açıla perde/Derman erişe derde, Allah görelim neyler”.
ZAMAN NEREDEN GELİYOR?
Dilimizdeki “zaman” kelimesinin kökü, eski bir İran inanışındaki “zaman ve kader tanrısı Zurvan” ismine kadar uzanır. Almanca’nın bazı lehçelerindeki (Alemannik) “zimen, zimmän” kelimesi aynı zamanda “fırsat” anlamına gelirmiş. İngilizce’deki “time” kelimesi de ortak bir kökene dayanıyor; Proto-Hint-Avrupa dilindeki: “dehy”. Araplar ise kesintisiz zamana “dehr” demişlerdir. Hatta İslam öncesinde bir kısım Araplar, ölüm ve yaşam üzerinde zamandan (dehr) başka bir güç olmadığına inanırlardı.
Paylaş