Paylaş
HZ. HASAN’I KİM ZEHİRLEDİ?
Durumu çok ağırdı...
Herkes onun zehirlendiğine inanıyordu.
Hatta anlatıldığına göre kardeşi Hz. Hüseyin’e:
“Daha önce üç kez zehirlendim ama hiçbiri bunun gibi değildi” demişti.
Üstelik onu zehirleyenin karısı Ca’de binti Eş’as olduğuna inanılıyordu!
Bu olayın arkasında Muaviye bin Sûfyan’ın olduğu, pek çok kişinin ortak düşüncesiydi.
Söylentilere göre Muaviye, Hz. Hasan’ı zehirlemesi karşılığında Ca’de’ye para, arazi ve hatta oğlu Yezid’le evlilik vaat etmişti.
Hz. Hasan’ın hizmetçileri hakkında da benzer iddialar vardı.
Kimileri zehirlenmeyle ilgili elde yeterince somut bilgi olmadığını öne sürer.
Ancak nedeni her ne olursa olsun, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın büyük oğlu; Hz. Muhammed’in “iki reyhanımdan biri” dediği torunu; Şiilere göre 2. İmam olan Hz. Hasan, 669 yılında (Hicri 49) büyük sıkıntılar çektikten sonra vefat etti.
Artık ‘Ehl-i Beyt’in, yani Peygamber ailesinin başında Hz. Hüseyin vardı...
DEDELER VE BABALARDAN SONRA TORUNLAR KARŞI KARŞIYA
Hz. Hüseyin de ağabeyi gibi Medine’de sakin bir yaşam sürdü.
Tabii, attığı her adım ve görüştüğü herkes gözetim altında olmak koşuluyla.
Bu durum Muaviye’nin oğlu Yezid’i kendinden sonraki halife olarak seçmesine kadar devam etti. Böylece halifelik, ilk defa ‘Bizans usulünde olduğu gibi’ babadan oğula geçmiş olacaktı.
Şam’daki Yezid, Medine’deki Hz. Hüseyin’i de kendisine biat etmeye zorladı. Kabul etmezse hayatı tehlikedeydi.
Bu olay, Mekke’nin fethinden 50 yıl sonra, oğulların ardından bu defa iki torunu karşı karşıya getiriyordu: Ebu Sûfyan’ın torunu Yezid ve Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’i!
FACİA, ADIM ADIM YAKLAŞIYOR...
Üzerindeki baskıya rağmen Hz. Hüseyin, Yezid’i halife olarak tanımadı.
Hz. Hüseyin, ‘Ali Evladı’ ile birlikte önce Mekke’ye geçti.
Daha sonra Irak’taki Kûfe’lilerden gelen davet mektupları üzerine bu şehre gitmeye karar verdi.
Yakınları onu kararından vazgeçirmeye çalıştılar: Hem Hz. Ali’ye hem de Hz. Hasan’a vaat ettikleri desteği vermeyen Kûfelilere güvenilir miydi?
Tüm bu itirazlara rağmen ailesiyle birlikte yola çıktı.
Gelen habere göre 18 bin kişi Hz. Hüseyin’e biat etmişti.
Ama onlar yoldayken, Kûfeliler baskılar karşısında Yezid’e boyun eğmişlerdi bile... O, 18 bin kişiden kala kala 10-15 kişi kalmıştı!
Hz. Hüseyin’in ailesi ve sadık adamları, yol boyunca yakından takip edildiler. Hatta namazı peşlerindeki askerlerle yan yana kıldıkları bile oluyordu.
Ancak Kerbela adı verilen yere ulaştıklarında çadırları tamamen kuşatıldı.
Tarih Muharrem ayının 2. günü (2 Ekim) idi...
Vali ve adamları Hz. Hüseyin’i Yezid’e biat etmedikçe hiçbir yere bırakmama emri almışlardı.
Kerbela’dan can vermeden çıkmanın mümkün olmadığını gören Hz. Hüseyin, kuşatmanın kendisine karşı olduğunu, dolayısıyla kafilesindekilere gitmekte serbest olduklarını söyledi.
Kız kardeşi Hz. Zeyneb binti Ali başta olmak üzere tüm yakınları kalmayı seçti.
AŞURE GÜNÜ’NDE KERBELA’DA NELER OLDU?
Yezid’e bağlı takip birliğinin kumandanı Hürr, Hz. Hüseyin’in içine düşürüldüğü duruma daha fazla dayanamayarak onun tarafına geçti.
Ne var ki Hz. Hüseyin’in tarafında savaşabilecek durumdakiler sadece 70 kişi kadardı.
Karşılarında ise 5 bin civarında asker vardı!
Hz. Hüseyin, çadırlardaki kadın ve çocukların saldırıdan korunması için kafilenin arka tarafına hendekler kazdırarak içine ateşler yaktırdı.
Kuşatma altında, günlerdir üç adım ötedeki Fırat’tan su içmelerine dahi izin verilmiyordu.
Buna kavurucu güneş ve alevlerin sıcaklığı da eklenince herkes dayanılmaz bir susuzluk içindeydi.
Sonunda Yezid ordusunun saflarından ilk okun atılmasıyla saldırı başladı...
Tüm adamları, yakınları ve ailesi vuruşarak Hz. Hüseyin’in gözleri önünde birer birer hayatını kaybediyordu.
İçlerinde kardeşleri, gencecik yeğenleri ve oğulları da vardı.
Hz. Hasan’ın neredeyse çocuk yaştaki oğlu Kasım’ın katledilişine tanıklık etti.
En vahimi, 3 yaşındaki (bir rivayete göre 6 aylık) oğlu Abdullah, okla boğazından vurularak, hem de kucağında can verdi. Bu korkunç vahşetin amacı, Hz. Hüseyin’i her anlamda yalnız bırakmak gibiydi.
Hz. Zeyneb ve diğer kadınlarsa, toprağa düşenlerin cansız bedenlerini ellerinden geldiğince çadırlara taşımaya çalışıyorlardı.
Bir süre sonra, Hz. Hüseyin’in yanında kardeşi Abbas’tan başka kimse kalmamıştı. Gözyaşları içinde onun da savaşmasına izin vermek zorunda kaldı.
Son bir hamleyle Fırat suyuna ulaşmak için çabalarken Abbas da can verdi..
En sonunda tek başına kalan Hz. Hüseyin, olanca gücüyle çarpıştı.
Ve karşısındaki güç karşısında daha fazla dayanamayarak 33’ü mızrakla ve 34’ü kılıçla olmak üzere 67 yerinden yaralanarak şehit düştü.
Askerler, Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin’in başını kesip komutanlarına götürdüler.
Hatta rivayete göre bununla kalmayıp bedenini de atlarının ayakları altında ezdiler...
Kerbela’da 10 Muharrem günü yaşananlar aslında çatışma değil, bir katliamdır.
Hz. Hüseyin’in ağır hasta olduğu için çadırda yatan oğlu Zeynelabidin, kadın ve çocukların bir kısmı dışında bu faciadan kurtulan olmadı.
‘Kurtulanlar’ da halatlarla, zincirlerle bağlanarak perişan bir halde Kûfe üzerinden Şam’a, Yezid’in sarayına kadar götürüldü.
Yolda, Hz. Hüseyin’in kesik başı mızrak ucunda dolaştırılıp teşhir edildi.
Yezid, göstermelik bir üzüntüyle Hz. Zeyneb, Zeynelabidin ve kalanları ‘bağışladı’. Elbette, sürekli göz hapsinde tutulmak ve hiçbir siyasi faaliyette bulunmamak şartıyla.
İRANLILAR VE HZ.HÜSEYİN
İran’a yaptıkları seferden dönen gururlu fatihler, yanlarında çok değerli birini getirmişlerdi: Son Sasani İmparatoru III.Yezdigerd’in kızı Şehrbanu!
Medine’ye getirilip ona kiminle evlenmek istediği sorulduğunda cevabı çok netti: “Onun üzerinde başka kimse olmayan birisiyle evlenirim.” Bu tanıma ancak Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin uyabilirdi. Hz. Hüseyin ve Şehrbanu evlendiler ve bir oğulları oldu: Zeynelabidin.
Ancak Şehrbanu doğumdan kısa bir süre sonra vefat etti.
Ve İmam Zeynelabidin’i cariyelerden biri büyüttü.
Şii tarih geleneğinin ayrılmaz bir parçası olan bu anlatıya kuşkuyla yaklaşan bazı tarihçiler var. Onlar, ilk dönem kaynaklarda böyle bir bilginin yer almadığını dile getiriyorlar.
Bazı tarihçiler içinse asıl önemli olan, Ehl-i Beyt imamlarının soyunu Farslılarla birleştiren bu bağlantının, Şiiliğin İran’da yayılmasında olumlu rol oynaması.
HZ.HÜSEYİN HAYKIRDI:
NEDEN BENİ ÖLDÜRMEK İSTİYORSUNUZ?
“Sizden birini öldürdüm de, buna kars¸ılık mı beni öldürmek istiyorsunuz? Yoksa birinizin malını mı yedim? Ya da birinizi yaraladım da onun kars¸ılıgˆı olarak mı benim kanımı dökmek istiyorsunuz?”
Hz. Hüseyin, 10 Muharrem 61’de (10 Ekim 680) karşısındaki askerlere bu soruyu soruyordu: “Neden beni öldürmek istiyorsunuz?”
İki taraf da aynı dine inanıyordu. Ortada iman veya ibadetler hakkında da ‘itikadi’ bir tartışma yoktu. Bu ölümüne mücadele neydi öyleyse?
Kerbela’ya yol açan nedenlerin başında, Emevi hükümranlığını Hz. Ali’nin soyuna kabul ettirip, iktidarda rakipsiz kalma hedefi vardı...
Mesele, Peygamber’den ve Hz. Ali’den derin izler taşıyan manevi bir kişiliği siyaset denkleminden çıkarmaktı... Ve hepsinin ötesinde, muhaliflerin etrafında toplanabileceği karizmatik, simge bir ismi tümüyle silmekti. Bir yandan da Suriye’nin Şam’ını, Irak’ın Kûfe’sine, Hicaz’ın Medine ve Mekke’sine hâkim kılmaktı.
Kimilerine göreyse aslında tüm bu olup bitenler, Ebu Sûfyan ailesiyle Mekke kodamanlarının, Peygamber’in ailesinden intikamıdır.
Hatta bazı rivayetlere göre Hz. Hüseyin’in katilleri, “Bedir Savaşı’nın intikamı esas şimdi alındı” demişlerdi. Yezid, amaçlarına kısa vadede ulaşmış görünse de, Hz. Hüseyin, Kerbela’dan sonra -ismi silinmek şöyle dursun- tarihin en çok anılan insanlarından biri haline dönüştü. Onun vefatı Şiilerin kutsal yası, Aşure Günü olarak kabul edildi. Ayrıca tüm İslam âleminde çekilen acıların ve şehitliğin sembolü oldu.
Kerbela’nın ve Yezid yönetiminin doğurduğu tepkiler sonucunda Medine’de bir ayaklanma çıktı. Emevi askerleriyse bu isyanı bastırmakla kalmayıp ‘İslamiyet’in ilk şehri’ni üç gün boyunca yağmaladı. Ayrıca sayısız tecavüz olayı yaşandı.
Ardından halk, ‘Allah’ın kitabı ve Peygamber’in sünneti’ üzerine değil Yezid’in kayıtsız şartsız ‘kulu-kölesi’ olarak biat etmeye zorlandı.
‘Harre Vak’ası’ denen bu olayda Emevi komutanlar, Allah’a kul sayılmak için sultanın kulu olmayı adeta bir ön şart haline getirmişlerdi. Tüm bunlar yetmezmiş gibi aynı ordu, Medine’den sonra Mekke’yi kuşattığında, atılan mancınıklarla Kabe’nin çatısı ve örtüsü dahi yanmıştır!
ŞİÂ’NIN TEMELİNİ OLUŞTURDULAR
Bu korkunç olaylar, sadece Şiilerin değil, tüm Müslümanların ortak hafızasında silinmeyen izler bıraktı.
Kerbela’dan sonra ‘Şiâtü’l-Ali’ yani Ali’nin taraftarları zamanla kendilerine ayrı bir yol çizmeye yöneldiler ve adım adım Şiiliği oluşturdular.
Örneğin Kerbela olayında Hz. Hüseyin’e verdikleri sözde durmadıkları için suçluluk duyan Kûfe’lilerin Tevvabin (Tövbe Edenler) hareketi, Şia’nın ‘matem-yas-taziye’ geleneğinin başlangıcı sayılabilir.
Her taziye, Kerbela’da yaşanan acıların tazelenmesine, asla unutulmamasına yönelik bir ritüele dönüştü. Kerbela sonrasındaki kısa süreli kazanımlar dışında Şiilerin iktidar umutları karşılıksız çıktı.
İki yüz yıl boyunca iktidarı kovalayan Şia, yönetimden şikâyetçi olanlar arasında rağbet gördü.
Haksızlıkları, Ehl-i Beyt’in hakkının yenmesiyle; kötü yöneticileri Yezid’le; can kayıplarını Kerbela şehitleriyle özdeşleştirmek mümkündü.
Ayrıca manevi güçlere sahip karizmatik bir liderin, seçilmiş kurtarıcının (İmam-Mehdi) geleceğine duyulan umut, kimi topluluklar için hayli çekiciydi.
ŞİİLİĞİN FARKLI KOLLARI
- ŞiA: Hz. Muhammed’den sonra hem hilafetin hem de imametin Hz. Ali’ye ve onun soyundan gelenlere ait olduğuna inananların yolu. Siyasi bir mezhep olarak doğmuş, zamanla kendi dışındaki Müslümanlıkla farkları belirginleşmiştir. Bugün dünya genelinde 150-190 milyon arasında Şii Müslüman olduğu tahmin ediliyor. İran, Irak, Azerbaycan ve Bahreyn, Şiilerin çoğunlukta olduğu ülkelerdir. Dünyadaki Şii nüfusun yarıdan fazlası bu dört ülkede yaşar.
- Zeydilik: Hz. Hüseyin’in torunu, Emevilere karşı ayaklanan Zeyd’in Beşinci İmam olduğuna inanan ve onun yolunu izleyen Şii fırkası. 8. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Günümüzde bu inancı taşıyanlar Yemen bölgesinde, yaklaşık 9 milyon kişidir.
- On iki İmamcılık: Hz. Ali’den başlayarak Muhammed bin Hasan ile son bulan imamet silsilesine bağlı Şii fırkası. 12. İmam’ın Mehdi olduğuna, (868 veya 874 yılında) gayb âlemine göçtüğüne, dünyaya dönüşüyle Ehl-i Beyt düşmanlarını cezalandırıp İslam’ı tekrar düzene koyacağına inanılır. Bu inanca göre, Mehdi o zamana kadar gayb âleminden düşkünlere ve zorda kalanlara yardım etmektedir. Günümüzde İran başta olmak üzere Şiiler içindeki en büyük gruptur.
- Caferilik: On iki İmamcılığın dayandığı Şii fıkıh okulu. 6. İmam Hz. Cafer es-Sadık’tan hareketle bu ismi almıştır. Temel dayanağı Kur’an hükümlerinin yanı sıra tüm İmamların söz ve davranışlarının sünnet hükmünde olduğudur. İran İslam Cumhuriyeti’nin resmi fıkıh okuludur. Türkiye’de çoğunlukla Kars, Iğdır ve büyük şehirlerde yaşayan Şiiler de (Alevi ve Nusayriler hariç) bu isimle anılmaktadır.
- İsmailiye: (Yedi İmamcılık, Yedicilik) İmam Cafer es-Sadık’tan sonra imametin oğlu İsmail aracılığıyla devam ettiğine inanan Şii fırkası. Uzun bir gizlilik döneminden sonra Mısır’da Fatımi devletinin kurulmasıyla tekrar ortaya çıkmıştır. İçinden farklı kollar türemiştir. Bugün Ortadoğu’da Nizari İsmaililer dışındaki nüfusları 700 bin civarındadır. Nizari İsmaililer ise Ağa Han ailesinin liderliğinde Hindistan ağırlıklı olmak üzere 25 ülkede yaşarlar. Toplam nüfusları hakkında 5-15 milyon arasında çelişkili tahminler mevcuttur.
- Nusayrilik: (Arap Aleviliği, Alavi) İlkeleri Muhammed bin Nusayr tarafından ortaya konmuş olan inanç topluluğu. Şiiliğin içinden doğmuştur ancak kendine özgü ibadetleri ve öğretileri vardır. Bu öğretiler gizli (batıni, ezoterik) kabul edildiğinden cemaat dışına aktarılan yazılı bilgiler tartışma konusudur. Allah’ın Hz. Ali’nin şahsında tecelli ettiği inancı nedeniyle Şiiliğin aşırı kollarından (Galiyye) sayılır. Ancak Nusayriler, aşırılık tanımını reddederler. Suriye’deki Fransız yönetiminde, Nusayri adının bölge halkındaki olumsuz çağrışımları nedeniyle ‘Alevi’ ismiyle anılmışlardır.
Bu da Türk Aleviliği ile karıştırılmalarına ve önemli kavram kargaşalarına yol açmaktadır. Türkiye’de daha çok Hatay, Adana, Mersin bölgesinde ve Lübnan’da yaşarlar. Toplam nüfuslarının 2,5 milyon dolayında olduğu tahmin edilmektedir.
- Dürzilik: Öğretileri Hamza bin Ali tarafından şekillendirilen inanç topluluğu. İsmaili Şiâ’nın içinden çıkmıştır ancak çok farklı inançlar taşır. Din âlimleri tarafından batıl görülürler. Toplumsal hayatta İslam hukukuna uyumlu davranmaları, varlıklarını sürdürmelerini kolaylaştıran nedenlerden sayılır. Günümüzde yoğun olarak Suriye ve Lübnan’da yaşarlar. Toplam nüfusları 1 milyon civarındadır.
YARIN
Sultanlar, ‘peygamber vârislerine karşı – Mescidin yanında yaşayanlar ne iş yapıyordu?
– Hapisten çıkması beklenen yaşlı adam
– Sünnilik devlet mezhebi olarak mı doğdu? – Doğruyu söylersek senden, yalan söylersek...
– Ve sahneye Türkler çıkıyor...
Paylaş