Paylaş
Son derece misafirperver olup, zina edenleri parçalara ayıran Türkler… Bir arkadaşları öldüğünde içindekilerle birlikte gemileri yakan Ruslar… İbn Fadlan, 922 yılından bildiriyor.
İslam’ı seçen ilk Türk dilli halklardan biri İdil Bulgarları’dır. Günümüz Rusya Federasyonu’nda Tataristan Özerk Devleti’ne denk düşen bölgede yaşamış bu halkın hükümdarı İlteber Almış Han, Bağdat’taki halifeye bir mektup göndermişti. Kendilerini sıkıştıran Yahudi Hazarlar’a (ki bir başka Türki kavimdir) karşı halifeden destek talep etmişlerdi. Bir kale ve cami yapımı için maddi yardımın yanı sıra, halka İslam’ı öğretecek kişilerin gönderilmesini istiyorlardı. Halifenin gönderdiği heyette 4000 altınla birlikte İbn Fadlan adlı bir alim de bulunuyordu. (İbn Fadlan etnik olarak Arap değildi ama Arap-İslam kültürüyle yetişmişti.) Abbasi halifesini temsilen 921 yılında Türklerin diyarına doğru uzun bir yolculuğa çıkmış; gördüklerini seyahatnamesinde anlatmıştır. Gelin, önemli bölümü henüz Müslüman olmamış Türkleri ve Hristiyanlaşmamış Rusları İbn Fadlan’dan (Ramazan Şeşen’in çevirisiyle*) dinleyelim.
ŞU DA TÜRK’ÜN BİR GELENEĞİDİR…
“Türkün yurdundan bilmediği bir insan geçse, ona ‘Ben senin misafirinim. Develerinden, hayvanlarından, malından şu kadar ihtiyacım var’ dese Türk ona istediğini verir. Tüccar bu yolculuğu sırasında ölür, kafile dönerse Türk kafileye gelir. ‘Misafirim nerede’ diye sorar. ‘Öldü’ derlerse kafileyi indirir. Kafilenin reisi olan tüccara gelir, mallarını gözünün önünde açar, ölen tüccara verdiği mal kadarını alır, bir habbe fazla almaz. Aynı şekilde develerinden, hayvanlarından verdiği kadarını alır.”
ZİNA EDEN OLURSA…
“[Türkler] Zina diye bir şey bilmezler. Birinde böyle bir şey görürlerse onu iki parçaya bölerler. Ağaçların dallarını bir yere getirip failin ellerini-ayaklarını ağaca bağlarlar, sonra o dalları serbest bırakırlar, adam ikiye ayrılır.”…“[Erkekler, kadınlar] birbirlerinden kaçmazlar. Bununla beraber asla zina etmezler. Aralarından zina eden birini, kim olursa olsun, dört kazık çakıp kollarından ve bacaklarından bu kazıklara bağlarlar. Balta ile onu baştan ayağa ikiye bölerler. Kadın için de aynı cezayı verirler. Bundan sonra zina eden kadın ve erkeğin parçalarından her birini bir ağaca asarlar.”
HÜKÜMDARIN HUZURUNDA
“[Hükümdarın] yanına 12 Mayıs 922 Pazar günü vardık… Halife’nin mektubunu okudum. (Bu mektupla Halife, İdil – Bulgar Devleti’ni resmi müttefiki olarak tanımış oluyordu.)… Sonra hediye gönderilen kokuları, elbiseleri, hükümdara ve karısına gönderilen incileri çıkardım. Hükümdara ve eşine birer birer takdim ediyordum… Karısı hükümdarın yanında oturmuştu. Bu onların adeti ve tarzıdır.”
ALIŞVERİŞE GELEN RUSLAR
İbn Fadlan, burada İdil (Volga) nehri kıyısındaki çarşıya gelen Ruslarla da karşılaşır. (Bahsettiği Rusların aslında, Vikingler olduğu öne sürülmüşse de bu konu tarihçiler arasında hâlâ tartışılıyor. Ayrıca modern araştırmacılar, ‘Rus’ kelimesinin kökenini İsveç’te buluyorlar.) İbn Fadlan, karşılaştığı Hristiyanlaşmamış Rusları ve onların adetlerini anlattığı bölümden ‘özet’ geçelim:
“[Ruslardan] daha boylu postlu kişiler görmedim. Hurma ağacı gibi, sarışın, kızıl insanlar… Ruslar içkiye çok düşkündürler. Gece-gündüz içerler… Aralarından bir reis ölürse ailesi onun cariyelerine ve kölelerine “içinizden hangisi onunla ölmek ister” diye sorarlar. Aralarından biri “ben” der. Bunu söyleyince ölmesi kesinleşir, asla vazgeçemez. Vazgeçmek istese müsaade edilmez… Bahsettiğim adan ölünce, cariyelerine “hanginiz onunla ölmek ister” dediler. İçlerinden biri “Ben” dedi… Ölünün ve cariyesinin yakılacağı gün gelince ölünün gemisinin bulunduğu nehre gittim. Ne göreyim, gemi nehirden çıkarılmış, kayın ağacından dört sütun üzerine konmuş, etrafı ahşap büyük ağaçlarla çevrilmiş. Bir sedir getirip gemiye koydular, üzerini Rum dibasından minderler ve yastıklarla döşediler… Cariyeyi gemiye doğru götürdüler, efendisinin yanına yatırdılar… Ölüm Meleği denen ihtiyar kadın boynuna bir ip geçirdi… Nihayet cariye öldü. Sonra ölünün en yakın akrabası geldi. Geminin altına konmuş odunları tutuşturdu… Ateş önce odunları, sonra gemiyi, sonra kubbeli çadırı, çadırdaki adamı, cariyeyi, her şeyi kapladı.”
AYNI SAAT DİLİMİNDE
İbn Fadlan’ın satırları üzerinden neredeyse 1100 yıl geçti. İnsanlık tarihi için oldukça uzun bir dönem. Son yıllarda tarih daha çok Doğu-Batı ekseninde ele alınıyor. Ama işin bir de tarihsel Kuzey-Güney ekseni var ki, genellikle gözden kaçıyor. Oysa aynı saat diliminde yaşayan Araplar, Türkler, Ruslar, Yahudiler ve hatta Rumlar, kendi aralarında hem çok köklü ilişkilere, hem de çok keskin çatışma alanlarına sahipler. Türkiye bulunduğu nokta itibarıyla, hem Doğu-Batı, hem de Kuzey-Güney ekseninin adeta kilit taşı gibi. Malum, klasik mimaride kilit taşı, binayı ve kubbeyi bir arada tutan en önemli parçadır. Ortadoğu’da tutuşturulan ateşin her şeyi kaplamasını istemeyenler, kilit taşını özenle korumalıdır.
*İbn Fadlan Seyahatnamesi ve Ekleri, çeviren ve yayına hazırlayan: Prof. Dr. Ramazan Şeşen, Yeditepe Yayınevi, 2012. Eserin daha eski tarihli bir çevirisi daha vardır: İbni Fadlan Seyahatnamesi (Rıhletu’bni Fadlan), çeviren: Lûtfi Doğan, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1954, cilt: III, sayı: 1-2, s. 59-80.
Paylaş