Paylaş
“VELİNİMET-İ bi-minnetimiz padişahımız efendimiz hazretlerinin bazı cevami-i şerifeyi teşrif-i hümayunları vuku bulacağı memul olmakla...” Tanzimat Dönemi’nde Babıali, ramazanda padişahın bazı büyük camileri ziyaret edeceğini ilan edip, görevlilere alınması gereken önlemleri bu satırlarla belirtiyordu. Elbette padişahın saraydan çıkıp sokaklarda görünür olması sadece dini nedenlere dayanmıyordu. Ramazan, padişahın yüksek devlet görevlileriyle ilişki tazelemesi ve halkla temas kurması için kıymetli bir fırsattı.
TOPKAPI’DA İFTAR ZAMANI
Topkapı Sarayı’nda İstanbul’un en güzel göründüğü noktalardan biri, Sultan İbrahim döneminde (1640-1648) yaptırılan İftariye Kameriyesi’dir. Rivayete göre padişahlar, bahar ve yaz aylarına denk düşen iftarlarını bu kameriyenin altında, açık havada, İstanbul’u seyrederek yaparmış. Adını da padişahların bu alışkanlığı nedeniyle almış zaten. Padişah, ayrıca devlet görevlilerini yetiştiren saray okulu ‘Enderun’ mensuplarının bayram tebriklerini de burada kabul edermiş. Enderun demişken... Bu okulda, Kuran okuma konusunda titiz bir eğitim verildiğini ve Kutsal Emanetler bölümünde aralıksız Kuran okuma görevinin de o devirlerde Enderunlulara ait olduğunu hatırlatalım.
TEBRİK YEMEĞİNDEN BAKLAVAYA
İftar, teravih ve ikramlar, sarayın toplumla yakınlaşmasına uygun bir ortam sunuyordu. Örneğin, ramazan ayının 15’inde saraydan yeniçerilere tepsiler dolusu baklava ikram edilmesi bir gelenek halini almıştı. Ahmet Cevat Paşa’dan öğrendiğimize göre (Ali Şükrü Çoruk’tan naklen) bu, Kanuni zamanında seferden galip dönen orduya verilen tebrik yemeğinin, sonraları baklavaya dönüşmesiyle ortaya çıkmıştı. Ramazan ikramları sadece askerle sınırlı değildi elbette. Ramazanın 21’inci akşamı “taraf-ı şahane”den sadrazama iftariyelik kahvaltı ve yemek gönderilirdi. Ayrıca hanedan mensuplarının özel iftariye hakkı vardı.
Padişah için en önemli ramazan ritüellerinden birisi, saraydaki “Hırka-i Şerif”in, yani Hz. Peygamber’in hırkasının ziyaret edilmesi; bu vesileyle dualar okunması; birlikte iftar edilip teravih namazının kılınmasıydı. Topkapı Sarayı’nın terk edilip Dolmabahçe’ye ve diğer saraylara geçilmesiyle beraber bu seremoni aynı zamanda eski geleneklerin ihyası rolünü de üstlenmiş oldu. Modernleşen Osmanlı, ‘eski Osmanlı’yı bu vesileyle ziyaret edip, her yıl geçmişle olan bağını yinelemiş oluyordu adeta.
ZEMZEMLE AÇILAN ORUÇ
Bu ritüel, ramazanın 12 veya 13’üncü günü Hırka-i Saadet odasının padişahın da katılımıyla temizlenmesiyle başlar, emanetlerin Taht Odası’ndan, gül sularıyla yıkanmış olan Revan Köşkü’ne nakledilmesiyle sürerdi. Her biri özel davetiyelerle törene katılan saray ve devlet seçkinleri, mertebelerine uygun olarak sırasıyla odayı ziyaret eder ve padişahın yanındaki yerine geçerdi. Sultanın kadın efendileri de törene katılırlar, padişahın iltifatlarına mazhar olurken, hizmetliler de –Leyla Hanım’ın tabiriyle- “tatlı bahşişler” alırdı. Zemzem sularıyla açılan oruç, yumurtalı özel bir iftar yemeğiyle sürerdi.
PADİŞAHTAN EV ZİYARETİ
SULTAN II. Mahmud yeniçeriliğin kaldırılması sonrasında hız verdiği reformlarla bürokrasinin yeniden şekillenmesine gayret ediyordu. Yüksek makamdaki devlet görevlilerinin evlerine iftar ziyaretini de bu doğrultuda değerlendirmek mümkündür. Örneğin 1834 ramazanında sultanın, şeyhülislamı, seraskeri, kaptan-ı deryayı ve Tophane müşirini konaklarında ziyaret ettiğini biliyoruz. Padişahın ramazanın yaklaşmasından itibaren halk arasında hem tebdil-i kıyafet dolaşması bir özgüven mesajı; sultanın can güvenliği endişesi taşımadığının göstergesi gibiydi. Bu ziyaretler azalarak da olsa Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz zamanında devam etmiştir. Güvenlik konusunda fevkalade kaygılı davranan ve bu geleneği kaldıran Sultan Abdülhamid dahi, ramazan ayında kalabalık toplantılara müsamaha göstermiştir.
Paylaş