Afganistan’dan ayrılan bir çocuk

Halk arasında değer gören, döneminin en önemli bilginlerindendi... Hatta bilginlerin sultanı, yani “sultanü’l-ulema” olarak anılırdı...

Haberin Devamı

Yaşadığı şehir olan Belh, yüzyıllardır önemli bir bilim ve kültür şehriydi. Örneğin astronom Ebû Ma’şer El-Belhî (ö.886), tabip ve coğrafyacı Ebu Zeyd Belhî (ö.934) gibi etkili âlimler; matematikçiler, hukukçular, tarihçiler ve meşhur şairler hep bu şehirden yetişmişti. Ayrıca ismi dört bir diyara yayılan İbrâhim b. Edhem (ö.783) gibi çok sevilen sûfîler de yine bu coğrafyadan çıkmıştı...

Afganistan’dan ayrılan bir çocuk

HÂKİMİYET EL DEĞİŞTİRİNCE

Ne var ki Belh’te istikrarsızlık yaşanıyor, hâkimiyet el değiştiriyordu: Şehirde yedi yıl hüküm sürebilen Gurlular’ın yerini 1205’te rakipleri Harizmşahlar aldı. İşte “sultanü’l-ulema” olarak bilinen Bahâeddin Veled’in yıldızı, bu yeni iktidar sahipleriyle bir türlü barışmadı. Yeni hükümdarın idaresinde, üzerinde oluşan baskı nedeniyle Belh’te kalmak onun için giderek zorlaşıyordu. Huzur bulabilmek için ailesiyle birlikte uzaklara göç etmekten başka çıkar yol görünmüyordu...

BÜYÜK İŞGAL

Haberin Devamı

Bahâeddin Veled’in ve ailesinin hayatında bunlar olurken sadece bölgenin değil, medeniyetin akışını değiştirecek bir süreç yaşanıyordu... Cengiz Han, tarihin kaydettiği en geniş istila hareketini başlatmıştı. Onun muazzam ordusu karşısında durabilecek bir askeri güç yok gibiydi. 1218’de Orta Asya şehirleri hızla Moğolların eline geçmeye başladı. Bu yıkıcı savaşlardan Belh de en ağır şekilde etkilendi. 1221 yılına gelindiğinde şehir tam anlamıyla bir harabeye dönmüştü...

GÖÇ YOLLARI

İşte tüm bu kargaşanın arifesinde Bahâeddin Veled ve ailesi, Belh’ten (Afganistan) ayrılmış, Nişabur (İran) üzerinden Bağdat’a (Irak) ulaşmışlardı. Önce Hicaz’a (Arabistan) hacca gittiler, ardından da Şam (Suriye) üzerinden ailece Anadolu’ya vardılar. Malatya, Sivas, Erzincan, Larende (Karaman)... En son durak ise Konya oldu.

Afganistan’dan ayrılan bir çocuk

Haberin Devamı

Moğolların uçsuz bucaksız hâkimiyeti nedeniyle ata toprakları, onlar için artık geri dönülemez, uzak bir hatıraydı. Bahâeddin Veled’in 1207 yılında Belh’te doğan oğlu da tüm bu zorunlu yolculukta onunlaydı. Küçük yaşlardan itibaren zekâsı ve tavrıyla dikkat çeken bu çocuğun adı, Muhammed Celaleddin idi... Daha sonra yüzyıllar boyunca bilinecek olan adıyla: “Mevlâna Celaleddin-i Rumî”.

YÜZYILLARIN ARDINDAN

13. yüzyıldaki iktidar savaşları ve Moğol istilası, Belh’i ve Horasan’ı, yani günümüz Afganistan’ını kargaşaya sürüklemiş, Orta Asya’yı altüst etmişti. İşgaller, tüm Müslüman coğrafyasında bilim ve kültür başta olmak üzere büyük bir çöküntüye sebep oldu. Bilimin merkezi konumundaki Bağdat tahrip edildi. Yaşananlar, günümüzde Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan, İran ve Irak’ı oluşturan bölgede ve tabii Anadolu’da bir kırılma noktasıydı. Anadolu’ya doğru göç dalgaları getiren bu kaotik ortamda Mevlâna, Hacı Bektaş, Yunus Emre gibi manevi isimler öne çıktılar. Halkın birlik olup, yaşanan buhrandan dağılmadan kurtulması için gayret gösterdiler.

*

Haberin Devamı

Aradan yüzyıllar geçti... Afganistan ve dolayısıyla Orta Asya, 1979’dan beri sonu gelmez bir işgal ve savaş ortamında yaşıyor. Olanları, bitmek bilmeyen bir korku filmi gibi 40 yıldır üzülerek izliyoruz. Sanki onca yüzyıl hiç yaşanmamış gibi... Zorunlu göçün yol açtığı acılar ve istikrarsızlık, hâlâ insanlığın en önemli sorunlarından. Üstelik çatışmalar ve işgaller beraberinde katılığı, radikalleşmeyi, sonu gelmeyen kan davalarını getiriyor.

EN ÖNEMLİ YOLCULUK

İşte bu açıdan baktığımızda hem 13. yüzyıldaki Moğol işgalinde, hem de Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’da yaşananları tekrar tekrar inceleyip, ibret almak gerek. Onca acıya, açlığa ve dökülen kana rağmen Yunus Emre gibi “Ben gelmedim kavga (dava) için / Benim işim sevi için” diyebilmek, ne büyük bir gönül enginliğidir. Elbette o sözler, Anadolu halkının özgürlüğü için mücadele etmemesi anlamına gelmiyordu. Ama insanlara, en ağır koşullarda bile sağduyuyu, vicdanı ve merhameti kaybetmemek gereğini hatırlatıyordu.

*

Haberin Devamı

Peki ya bizler? Atalarımızın olgunluğuna ne kadar yakınız? Dinlemeye, öğrenmeye, anlamaya ne kadar sabrımız var? Belli ki yolumuz hayli uzun. “İyi insan olmak” çaba istiyor. Acı göçlerin tanığı Mevlâna, manevi yolculuktan söz ederken bize Hz. Peygamber’in şu sözünü hatırlatmış: “Dünyadan göçüp de kendisinden geriye iyi işler kalana ne mutlu.

 

Yazarın Tüm Yazıları