PaylaÅŸ
1969 yılında İstanbul’da, anne tarafından Gürcü, baba tarafından Sefarad Yahudisi bir aileye doğdum. Musevi gelenekleriyle yetiştirildim. Mistik konulara eğilimim küçük yaşta başladı. Şişli Terakki İlkokulu, ardından da Saint Michel Fransız Lisesi… Mistik konulara merakım yerini
dünyevi zevklere bırakmıştı.
ACI OLAY!
18 yaşındaydım. Çok acı bir olay yaşadım. Bir trafik kazası oldu, otomobili ben kullanıyordum ve yanımda oturan kız arkadaşımı kaybettim, şoktaydım. Kaderi, inancı sorgulama, suçluluk, toplum baskısı, sevdiğimi kaybetmenin üzüntüsü, tüm bunlar yeni yetme bir genç için çok ağır yüklerdi. Bir yol ayrımına gelmiştim; isyan ya da teslimiyet… Kendimi sağaltmak için Türkiye’yi terk ettim. Bir dönem rençberlik, hayvancılık gibi ekmeğimi kazanacağım işlerde çalıştım. Seyahat ediyordum, üç, dört yıl dolandım durdum.
Körfez Savaşı’ydı. İsrail’de Saddam füze yağdırırken gaz maskemle en yakın sığınağa koşmak yerine, en yüksek binanın tepesine çıkar füzeleri seyrederdim. Bazen de ayakta duramayacak kadar sarhoş olup dik kayalıklardan dağ zirvelerine tırmanır ya da başka tehlikeli ve aptalca işler yapardım. Allah beni koruyordu ama şansımı zorluyordum.
Derken askerlik ve üniversiteyi bitirmek için yurda döndüm. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu ve ardından ailemin isteği üzerine ticarete atılışım…
ÖĞRETÄ°LER VE SEVGÄ°LÄ°LER ARASINDAÂ
İç konuşmalarım dışında manevi arayışıma cevap yoktu. Kudüs’te Kabalistlerle vakit geçirmiştim. Zen Budizmini, Hint felsefesini okuyordum, 90’lı yıllardı. İçine girdiğim cemaatler hayal kırıklığıydı, mâna nerede, aşk nerede, hakikat nerede?
Şekiller, şekiller… Meditasyon ve Maharişi’nin öğretisi dini kalıplar olmadan, kişinin kendisine dayalı bir uygulama olarak bana uymuştu.
Vejetaryen oldum, ileri meditasyon teknikleri öğrendim, kariyerimde ilerliyordum, sık sık sevgili değiştiriyordum. Eğlenceden geri kalmıyordum.
Asıl hedefim olan teslimiyetten kaçmanın alternatifini sunmuştu
nefsim, idare ediyordum.
MÃœZÄ°K KARÄ°YERÄ°M
1990’ların sonu ve işim, kız arkadaşım, evim, hepsi boş göründü; kendimi gerçekleştirme yolunda değilim.
Her şeyi terk ettim, ailemin yanında küçük bir odaya geçtim ve yeni bir yol çizmeye karar verdim; artık yalnızca gerçekten sevdiğim işlerle ilgilenecektim, bedeli ne olursa olsundu.
Müzik kariyerim böyle başladı. Prodüktör, perküsyoncu ve müzik organizatörü olarak pek çok proje gerçekleştirdim, çeşitli ödüllerle onurlandırıldım. Fakat müzik piyasasının pop’u yücelten döngüleriyle uğraşmak beni yormuştu. Ne yaparsam yapayım nefsime hizmet etmenin ötesine geçemeyecek miydim?
BÄ°R SUFÄ° USTASIYLA TANIÅžTIM
Meditasyonlarım rutinleşmişti. Brezilya’dan Borneo’ya, Senegal’den Hindistan’a gitmediğim yer kalmamıştı, ustam Maharişi bu dünyadan ayrılmıştı. Bir rehbere
ihtiyacım vardı.
Hastaydım ama modern tıbbın eli kolu bağlıydı bu nefs hastalığı karşısında. 40 yaşına
merdiven dayamıştım.
Kendimi bir Sufi ustasının karşısında buldum. O gün hayatımın geri kalanının
ilk günüydü.
Kısa sürede dinlerin ayrılığı konusu netleşti. Allah ‘bir’se bir dini olurdu, bunun aşamaları vardı tabii ve bu yolu yürüme şekli herkesin kendine özgüydü. Sufilerin birlik inancı ve kimliğime bakmadan kucaklamaları beni ülkemde hâkim inanç sistemi olan İslam’la barıştırdı.
Sufi ustası ‘halkın içinde Hak ile olmak’tan bahsetmişti. Faydalı olmak istiyordum. Nefsime zor gelen şeyleri yapmaktan, Allah’ın rızası böyleyse kaçmayacaktım.
Balat’ta Deliler Kahvesi’nde çaycılık yapıyordum.
‘Yaşam koçluğu’ üzerine üç sertifika programı bitirmiş ve iyice parasız kalmıştım. Yine de eskiden olduğu gibi kaygılı değildim.
TASAVVUFTAN YAŞAM KOÇLUĞUNA
‘Allahım! Hayırlı, helal bir kazanç kapısı aç bana, kula muhtaç etme!’ diye dua ettiğim bir gecenin ertesi sabahı Hürriyet Pazar’dan aradılar. Üç yıl önce yine aynı gazetede bazı yazılarım yayımlanmıştı. Dönemin yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, bu yazıların devamıyla ilgili beni cesaretlendiriyordu ancak o günkü önceliklerim başkaydı.
İşte bugün yeni bir teklifle, kaldığım yerden devam etmek üzere karşınızdayım.
Peki ilk yazımın konusu ne olacak, gündemde ne var? Tesadüf(!) bu ya, 17 Aralık
geldi çattı; Hazreti Mevlana’nın düğün gecesi demek olan
Şeb-i Arus, ikinci yazımın
konusu olacak.
Bundan böyle sizlere bu alanda uzaylılardan ilkel kabilelerin inançlarına, ‘tasavvuf’tan yaşam koçluğuna, ateizmden şamanizme dünya insanlarının manevi arayış yolları üzerine yazılar hazırlamaya gayret edeceğim.
Yazılarımı gönlümü aydınlatan Sufi ustasının bu fakire verdiği ‘Musa Dede’ mahlasıyla, umarım
beğenerek, okuyacaksınız.
Allah utandırmasın!
Her an kopan kıyametin kıyısında, içinde bulunduğumuz bu aydınlanma çağında, yolunuz nurlu olsun. Aşk olsun!
PaylaÅŸ