Paylaş
Nemrut’un ateşinin Hz.İbrahim’i yakmadığı yer burası. Allah’ın yardımıyla ateşin suya dönüştüğü yerde artık kor kor balıklar yüzer, atadan oğula aktarılan hikayeyi resmederler. “O, bana yeter” demişti Halil İbrahim ateşin ortasında Cebrail a.s.’a ve Allah da onu korudu, hem ebedi arkadaşlığıyla şereflendirdi. Altı köşeli yıldız da bu hakiki imanın geometrik remzi; “Şaday” der İbraniler, “Şe Day / O ki Yeter” anlamında. Sağ, sol, ön, arka, yukarısı, aşağısı; her yöndedir vechi, Allah Ya Kafi.. Musevilik’te olsun, İsevilik’te olsun, Muhammedilik’te olsun, onurlandırmadan geçilmez Ata İbrahim’i. İşte burada başlamış bereketli hikayesi…
Biz de Nemrud’un yandırdığı ateşe su taşıyan karınca misali, biliyoruz o ateşi söndürmeye kafi gelmeyeceğini bir damla suyumuzun lakin taşıyoruz yine de, tarafımız belli olsun diye. Suyumuz dualarımızdır bugün, mahremine sönmüşse de belki, biz gariplere hala yanar olan o ateşe, uzun yoldan taşıdık da geldik. Peygamberler şehrimiz Ur’a, Urfamıza selam ile.. “Ur” ki Aramice “or” okunur, yani nur; Fransızca ise “altın” anlamına geliyor. Burası için hepsi de doğrudur; keza bereket diyarı Harran’ın tacıdır Urfa, medeniyetin beşiği… Nar, nur olası!
Hz.İbrahim’in doğduğu rivayet edilen mağarada yıllar yılı süregelen dua zincirine bir halka da bizden. Biz bir damlacık getirmiştik ancak buranın şifalı suyu gürül gürül akmada çeşmesinden. İçiyoruz kana kana, hamdolsun! Dergah Camiinde Mevlid-i Halil zikrinden.. Sonra da yolumuz sabır peygamberi Hz.Eyüb’ün makamına. Çarşı içinden geçer yolumuz arada ve bakırcılar dövmektedir hala balıklı tepsileri orada. İstersen bu motiflerle anlatabilirdin dilin yettiği her şeyi.. Ciğer alan hikayeleri vardır Urfa’nın.
Hz.Eyüp’ün sabır sınavını anlatacak çocuklar uzaklaştırılınca güvenlik görevlileri tarafından, hikayeyi anlatmak da onlara düştü. Bu mekana yakışan edep sabırlı olmaktı. Sabırla dinledik tekrar tekrar hikayeyi ve muradımıza erdik; Hazret’in artık hastalıktan namaz kılamayacak duruma gelinceye ancak şifa dilediği ve niyazının kabul edildiği halvethanesinde bizim de ibadet etmemize izin verildi. Ayağını vurup da şifalı suyun kaynadığı yerden biz de doldurduk kadehlerimizi. Peygamberler şehrinin medeniyetinin tarihi meğer bilinenden de eski..
Göbeklitepe’de idrak ediliyor meselenin mahiyeti. Burası 12 bin yıllık geçmişiyle yeniden yazmaya namzet insanlık tarihini. Tamamen insan yapımı bir tepe, iki doğal tepe arasında. İkisi açığa çıkmış, yirmisi daha beklemede, yanılmıyorsam 22 tapınak; Göbeklitepe, üzeri bilinmeyen bir sebepten kapatılana değin bin yılda inşa edilegelmiş bir ibadet beldesi. Pek yakındaki resmi açılışına hazırlanıyor mekan. Burada yerleşim hiç olmamış, enteresandır sadece ve sadece dini ritüeller için biraraya gelindiği savlanıyor. Ve bu da medeniyetin oluşumunda dinin başat rol oynadığını kanıtlıyor. Kim bilir daha ne sırlar saklı. Yaklaşık 25 yıllık arkeolojik macerasında ortaya çıkan, saklı olanın pek azı. Ortaya çıkarılmayı bekleyen toprak altını gerisinden ayırmak kolay oldu bize. Çünkü mevsim bahar ve sadece kazılmayı bekleyen tapınak bölgelerinin üzeri çiçek, silme sarı, gerisi ise farklı.. Belki de İbrahimi geleneğin evveli burada sırlı…
Hep böyle olmuştur fakirin manevi seyahatleri, bedene cefa, ruha sefa.. Bu sefer de bizi terk etmeyen grip ile birlikte, kliması çalışmayan kiralık arabamızda 30 dereceye yaklaşan sıcaklıkta, mümbit Harran ovasından indik ta Suriye sınırına.. Ki Abdurrahman Dede’yi ziyaretten sonra varalım Hayat el-Harrani Hazretleri’nin türbesine. Türbe tadilatta, gün batımında etrafındaki taşlık mezarlıktan geçip de dış kapısına vardıkta, uzaktan niyaz ettik; uzak olan yakındır bazı. O da bizi gönderdi civar bir köydeki -Kerbela’dan sağ kalan tek Ehl-i Beyt evladı olan Zeynelabidin Hazretleri’nin oğlu- İmam Muhammed Bakır makamına. Yolda çocuklar tarafından arabamızın taşlanmasıyla bir sünnet daha yerine geldikte vardık makama ki; ey Hazreti Peygamber’in yolunda gidenler, mesuliyet sahibi yöneticiler, bu mudur Evlad-ı Resul’e reva? Makam bakımsız, in cin top oynuyordu vardığımızda. Lakin hatırladık; nice viraneler vardır ki ne hazinelere maliktir. Anlaşılan azı mükafatlar zorda…
Yedik içtik de tabi. Sıra gecelerindeki icracıların tekke geleneğinden yetişmesi adeti eskisi kadar canlı değil belli ki. Lakin garsonumuz Şahin mırra fincanlarının masaya bırakılmaması konusunda pek gelenekçi. Bize ceza kesmesi dahi mümkünmüş bu durumda ancak rica ettik cehaletimize verdi, affetti. Nitekim latifesever bir beydi. Eskinin talan hikayelerinden anlattı bize mırra hikayeleriyle birlikte. Mesela; Bir zat varmış ki Padişah zamanında pek konuşmaz, mekanda mırrasını içer tez kalkıp gidermiş zira tam bir kahve ehli. Adamın hali dikkatini celbeden Padişah da(ki tebdil-i kıyafet gelirmiş oraya) demişki bir akşam; “şu kahveyi az arpayla pişirin, bakalım sizinki gerçekten işinin ehli mi?” Kahveyi(yani mırrayı) içmiş bizimki ve kalkmış yerinden, topallayarak çıkıyorken sual etmiş Sultan “bu ne acip hal ki?”. El-cevap: “Sultanım, herhalde arpa fazla geldi!”.. Hani atın ölümü arpadan olsunmuş ya, arpayı fazla kaçıran hayvanda(estağfirullah) türlü sakatlık da olasıymış demek ki… Sermayesi hikaye olan fakire göre garson iyi bir bahşişi haketmişti!
Artık gitme zamanı yaklaştı. Son ziyaretlerimizden birinde “Şeyh Mesud Efendi”ye(halk arasında Şıh Maksut diye biliniyor) de uğradık. Bizi hoş karşıladı. Kapısı açıldı. Bir de hanım bekliyordu eşiğinde; “Bir Fatiha, onbir de İhlas okuyuverin, Allah’ın izniyle kabul olsun dualarınız” diye nasihat etti. Reçete hazırmış, bize kazanı karıştırmak düştü. İyileşecek hastanın ayağına gelirmiş ya tabip, hoş bize hastalığı veren de zaten tabip değil miydi? Günahlarımızın affı, kusurlarımızın setri, nefislerimizin terbiyesi için…
Sonumuz olacak mekana da dönüş yolunda uğradık; mezarlığa.. Urfa Bediüzzaman Ahmed Hemedani mezarlığında önce Nebih Efendi ve yanındakiler, Geylani Hazretlerinin türbedarını ve Biçare Mehmet Baba’yı, gönlümüze pek dokunan Şeyh Seyyid Ahmed bin Ali el Rifai el Hüseyni Efendi Hazretlerini ziyaret ettik ve nihayet Hemedani Hazretleri’nin(hem şair ve edip) türbedarı pir-i fani âma zattan bir nasihat istedik. Uzun süre sessiz kaldı, “Anne babaya hürmet” buyurdu ve yine sustu. Bu vesileyle bizi bu günlere getiren, yetiştiren anne babamıza teşekkürler boynumuzun borcu. Ve “Hazretlerle Balayı” yolculuğumuz da böylece nihayet buldu.. Gökten bir elma düştü ki paylaşsın sevenler birlikte.. 33 türbe ve makam ile elliyi aşkın Hak dostunun manevi huzurunda hepimiz için edilen hayır duaları ziyadesiyle kuvvet bulsun dileriz “amin” diyen dillerinizde vesselam… Hu
Paylaş