Paylaş
Bir yere gittim mi ilk önce oranın ulularını ziyaret etmeyi severim. Ziyaret edeceğimiz zat ‘Üryan Baba’, Anadolu’dan Bosna’ya gelen ilk dervişlerden. 500 yıl kadar önce manevi görevle geldiği bu civarda öyle örnek bir hayat yaşamış ki, “bu ne haldir” diye merak etmiş ahali. “Müslümanım, Peygamberim Hz. Muhammed’in (sav) sünnetine uygun bir hayat yaşamaya gayret ediyorum” dermiş Baba. Halk da “Bu ne güzel ahlak, ne güzel bir din” diye düşünmüş olacak ki hızla İslam sempatisi yayılmış çevrede. Üryan Baba gibi başka dervişlerin de gelmesi ve aynı güzel ahlakı sergilemelerinden dolayı Fatih Sultan Mehmet ordularıyla Sarayova’ya yürüyünce halkın büyük bölümü Müslüman orduları geldi diye sevinmiş adeta. Mihmandarım derviş Ali kardeşime Üryan Baba’nın adının anlamını açıklıyorum ve Zat-ı Muhteremi çıplak ziyaret etmemiz gerektiğini söylüyorum. Bu dervişler biraz saf olur; inanıyor, ‘Eyv’Allah’ diyor mecburen. Kıyamıyorum; “Nefsimizden soyunuk olacağız inş’Allah Alicim, o manada” :)
Ali’nin arabasıyla Saraybosna’nın sırtlarına tırmanıyoruz. Geçtiğimiz sokaklar Sırp milislerine karşı kurulan en ön savunma hattında savaşın en şiddetli yaşandığı yerlerden. Pek çok binada görülen kurşun izleri öte âleme açılan delikler gibi adeta. İçimi kaplayan hüzün eski küçük bahçeli evlerin olduğu sokağa gelince dağılıyor. İşte yeşilliğin içinde mütevazı heybetiyle ‘Üryan Baba’ türbesi. Niyaz etmek, destur almak için türbeye yürüyoruz. Sabahın sisi dağılıyor ve şehrin perdesi aralanıyor sanki. Önümüzde açılan panoramik Saraybosna manzarasını zevk ediyoruz birlikte…
Şehir merkezine inmeden şehitliği ziyaret ediyoruz, ruhlarına el Fatiha… Ali’nin amcası da orada yatanlardan. Günü inşaatı bitmek üzere olan yeni Mevlevihane’yi ziyaretle kapıyoruz. Hâkim bir tepenin üzerindeki Mevlevihane’nin orijinali 400 yıllık, Saraybosna’da kurulan ilk sufi dergâhı. Yenilenme projesi ‘Selçuk Belediyesi’nin katkılarıyla gerçekleşiyor. Umarım binasının imarının yanında burada Mevlevi kültürünü de aslına uygun bir şekilde yaşatmak nasip olsun…
KADİRİ DERGÂHI
SARAYBOSNA TEKKELERİNDE ZİKRİN AHENGİ / WEB TV
SAVAŞIN VE HÜZNÜN SİMGESİ SARAYBOSNA / WEB TV
Her perşembe akşamı Kadiri dergâhında, cumaları Nakşibendi dergâhında, cumartesileri de Rifai dergâhında toplantı ve zikir oluyor. İlk ziyaretimiz Kadiri dergâhına. Burası da 350 yıllık bir dergâh, avlusu, camii, mezarlığı, haremlik ve selamlık toplantı odaları, misafirhanesi, mutfağı ile mükellef bir yapı. Sade, temiz ve güzel. Tabii dervişler için daha da önemli olan gönüllerinin güzelliği, hoşluğu. Bu güzelliği edinmenin yöntemi ise tarikat ehli için ‘Nefsi terbiye, kalbi tasfiye’. ‘Zikir’, yani Allah’ı anmak, hatırlamak kalp temizliği için yapılan başlıca ritüel. Bunun şekli ve usulü tarikatlar arasında farklılık gösterebiliyor. Dergâhı temsilen tahta giriş kapısının eşiğini öperek niyaz ediyor ve avludan geçip paşmağa varıyoruz. Paşmak, girişin yapıldığı, ayakkabıların, montların bırakıldığı karşılama odası. Şeyh Sead Efendi’nin dervişleri bizi kucaklayarak karşılıyorlar. Gelişimizden haberdarlar ve sevinçliler. Hemen akşam namazını eda etmeye hazırlanan dervişlere katılıyoruz ve akabinde dergâh camiinin orta yerine meydan kuruluyor. Şeyh Efendi mimberin önünde, karşısına yarım ay şeklinde dizilmiş postların üzerine diz çöküyoruz. Yapılan dualar ve getirilen salavatların ardından zikir başlıyor. Kelime-i tevhid, Allah, Hu ve Hay esmaları, şeyhin yönetiminde Kadiri usulünce zikrediliyor ve yerine göre hızlanarak bizi içine alıyor. Zikire çoğunlukla Türkçe ilahiler eşlik ediyor. Kadirilerin devran usulünce kol kola dönüyoruz. Bu ahengin içinde Yaradanla bir olmaya olan özlemimiz kardeşliğimizin ispatı… Ne kadar vakit geçti bilmiyorum ama zikir bittiğinde kalbimdeki insanlık emareleri fark edilir hale gelmiş, duyguluyum. Şükür ediyorum. Biz Allah’ı hatırlayınca, O da bizi hatırlamış oluyor.
NAKŞİBENDİ DERGÂHI
Bosna’da tarikatlar 1989’a kadar yasaklıymış. 1977’de hükümet kontrolündeki ‘İslam Birliği’nce temsiliyetine izin verilen ‘Tarikat Merkezi’ organizasyonu bu yasağın kalkmasında başat rol oynamış. Komünist Yugoslavya’nın, dini hayatı en düşük seviyeye indirme politikalarının sonucu olarak kapanan dergâhlar aslında yeraltına inmişler ve faaliyetleri genelde ‘Mesnevi’ sohbetleri düzeyinde devam etmiş. Eski yönetimlerin maddi hayatın öne çıkması ve para, tüketim odaklı bir toplum inşa etme planları ancak kısmen tutmuş, işin kötüsü toplumun dengesi bozulmuş. Toplumda dayanışma -maalesef- ülke saldırı altındayken tekrar kurulmuş. Bugün dergâhlara başı açık, kapalı, esnaf, sosyete her kesimden insan rağbet ediyor. Hatta Sırp, Kosovalılar dahi misafir oluyorlar. Dervişlerin çoğunun çok iyi eğitimli olması dikkatimi çekiyor.
Cuma gecesi dergâhında ziyaret ettiğimiz Nakşibendi Şeyhi Halil Efendi bu savaş süresince hem şeyhlik yapıyor hem savaşıyordu. Savaşın halk kahramanlarından emekli general Halil Efendi’nin dergâhı epey kalabalık, buna rağmen bize ilgi gösterdi ve tercih etmemesine rağmen röportaj verdi. Kendisinin dünyanın pek çok yerinde müritleri, Amerika, Avrupa’da dergâhları var. Bosna’daki Nakşi’ler sessiz (hafi) zikirin yanında sesli (cehri) zikir de yapıyorlar. Ancak ayakta (kıyam) zikir yapmıyorlar. Burada zikir meydanındaki uyumluluğun askeri nizama nasıl emsal teşkil ettiğini deneyimliyorum. Tevhid, tek vücut olmanın önemi, hele gönüllü olunca… Halka halindeki dervişlerin zikir ederkenki hep birlikte öne arkaya hareketleri bana koca bir kalbin atışını çağrıştırıyor.
RİFAİ DERGÂHI
Son dergâh ziyaretimiz Rifai’lere. Konya Şeb-i Arus gezilerinden tanıyorum Şeyh Edin Efendi’yi, o da savaşta büyük kahramanlıklar göstermiş eski bir albay. Bizleri misafir gibi değil, kardeş gibi karşılıyor. Bu dergâh diğerlerine nazaran daha ufak. Diğer tarikatlarda olduğu gibi Bosna Rifailiği’nin kökeni de Osmanlı’ya dayanıyor. Edin Efendi’nin silsilesinde ‘Kurtuluş Savaşı’ sırasında Sivas Kongresi’nin düzenlenmesine önayak olmuş Büyük Şeyh’ül Meşaih Abdullah el-Haşimi Hazretleri var. Atatürk’ü iki kez suikasttan kurtardıkları söylenir. Onun halifesi Muhammed el-Ensari Hazretleri’nin ‘Büyük Taarruz’ sırasında kurduğu çadırın bir tarafından giren yaralı, sakat askerler diğer taraftan sapasağlam çıkarmış. Rifailer ateşli ve gizemli bir topluluk olarak bilinirler. Önde gelen özellikleri ‘Burhan’ ıspat, delil demektir ve Rifailerce en büyük ‘burhan’, insan olabilmektir. Burada zikir hem oturarak (kuğut) hem de ayakta (kıyam) usulünce yapılıyor. Zikir esnasında kendimden geçmenin eşiğinde ince bir çizgide seyir ediyorum. Her sefer farklı. Halden hale geçiyoruz işte, ‘Allah ya Daim’… Gece, Edin Efendi’nin Boşnakça yaptığı sohbetle sonlanıyor, sadece bir kez fakire dönüp şöyle diyor Türkçe: “Bil, bul, ol”. Zaten bu yol (tarik) ve yolculuk hakkındaki her şeyi özetliyor.
Tarikatların varoluş sebepleri, tasavvufun özü ve dervişlik üzerine yaptığımız sohbetlerden ve gözlemlerimden edindiğim izlenimler yıllarca taşıdığım önyargılardan çok farklı. Tanıdığım insanlar korkulacak değil, başınız sıkışınca kapısı çalınacak insanlar. Şeriata son derece saygılı ancak dogmatik İslam anlayışının ötesinde, hoşgörülü, insan sevgisi ve Allah aşkını baş tacı eden, ayrımcılık ve dayatmacılıkla işi olmayan, aslen işi kendi nefs mücadelesiyle olan bir yolun yolcuları. Hizmeti düstur edinmişler. Maalesef aradan çıkan bazı yoz, yobazlar vesile edilerek binlerce yıllık sufi geleneği bir süre anti-propagandalarla günah keçisi yapılmış. Böylece aslında istemeden İslam’ı politize eden dogmatik, yobaz, gerici İslamcılara meydan açılmış. Tasavvufun yasaklandığı İran, Suudi Arabistan gibi ülkelerde durum ortada. Bizim ülkemizde tasavvuf kısmen yasaklı olsa da bu yolun ruhu genlerimize o kadar derin işlemiş ki, bence tasavvufi anlayış canlılığını koruyor ve bize kalkan olmaya devam ediyor.
Haftaya size Şeyh Efendilerle tasavvuf ve tarikat üzerine yaptığım röportajları ve konuyla ilgili analizimi aktarmaya çalışacağım nasipse. Sağlıcakla kalın! Hu
Fotoğraflar: Selçuk Şamiloğlu
Paylaş