Paylaş
En merkezi mezarlığının kapısında “Her canlı ölümü tadacaktır” yazılı bir kültürün evlatlarıyız. Bizler için ölümden ziyade onurlu bir yaşam ve “onurlu ölüm” meseledir. Eğer -kanımca- tüm nefsani korkuların ana kaynağı olan “ölüm korkusu”ndan daha ağır basan haklı bir korkumuz olmasaydı, ki bu “Allah korkusu”dur, ne Çanakkale, ne Kurtuluş Savaşı, hiçbir destanımız olamazdı, biz de olamazdık. Bizleri ölümle korkutmayı tasarlamak olsa olsa herkesi kendileri gibi gören, “nefs”in hayvani boyutunu merkeze alan bir yaban kültürün cahilce zannıdır. Değerlerimiz daha sanıldığı oranda erozyona uğratılamamıştır. İnanıyorum ki bu gibi heves ve hevalar dönüp dolaşıp sahibini bulacaktır..
Günümüz gelince hepimiz öleceğiz. Lakin ölüm korkusuyla yaşamak da yaşamak mıdır? Bu korku insanı insanlıktan çıkarır, paralize eder. Varsa bu korkumuz, esas nedeninin bir inanç sorunu olduğuyla yüzleşmeli ve inşallah bunu aşmalıyız! Ki hayatın hakkını verebilelim.. Değil mi ki aslolan ruhtur, ebedi ahiret hayatıdır. İsteyen istediği gibi düşünsün, fakat kendini Allah inancıyla bağlı addeden biri, bu inancın ayrılmaz parçası olan dünya/ahiret, cennet/cehennem, yaşam/ölüm, ruh/beden kavramlarını da kitabında yazdığı, peygamberinin yaşadığı şekliyle kabul etmedikçe inanç sisteminin vadettiği huzura ulaşmada sorun yaşayacak, hem kendisiyle çelişik kalacaktır. İnsan kendi rızasıyla ve tüm samimiyetiyle bağlandığını iddia ettiği inanç sistemine tam tabi olmadıkça, dolayısıyla arzuladığı kurtuluş vaadine baş muhalif kendisi olmuş olup, kendini de utanç verici bir ikiyüzlülük içinde bulmaz mı? Ne hikmettir ki “İslam”, teslimiyet ve selamet manalarını cem eden bir kavramdır. Kabul etmeli, bu işin zorluğu nefsimizin direnci nispetinde olmaktadır ve fakir de bu içsel mücadelenin kolay olmadığını yaşayarak bizzat müşahade etmekteyim. Ancak ikna olduğum, başka yol olmadığı, yaşamın ana gayesinin bu olduğudur ve her zorlukla beraber bir kolaylık da vardır. Bu kolaylık, niyet edip, O’nun uğruna gayret içine giren kuluna Rabbinin türlü vesilelerle yardım elini uzatmasıdır, er ya da geç, mutlu sona ulaşacak şekilde. Kulunun karşılaştığı güçlüklere tevekkül içinde göğüs germesini kefaret kabul etmekte ve manevi derecesini yükseltmeye vesile de kılabilmektedir ayrıca Yaradanımız. Öyleyse?..
İçinden geçtiğimiz dönemdeki rolümüz, Hakk için haklı duruşumuz ölüm korkusuna kurban edilemeyecek kadar kutsaldır. Bizler hayatı yüceltmek için varız. Bu hayat insanca bir hayattır. Bunun en üst boyutu ruhani özgürlüktür. Beden bunun aracıdır. Yaradanı seven yaratılanı sevmek durumundadır. Karar eşiklerine gelindiğinde tercihlerimiz ruhani boyutun rahmani değerlerini yüceltecek şekilde olmalıdır. İnsanca yaşamanın önünde duran iç ve dış engellerle -bu duruşumuzun gereği olarak- gerekirse çatışmaktan kaçınamayız. Bizler açısından çatışmanın asetleri asla bazıları için olduğu gibi öfke, nefret ve korku olamaz, bilakis adalet, cesaret, vakar, saygı ve sevgi olmalıdır, farkımız kendini burada ortaya çıkarır.. Güven, inancın vazgeçilmez bir parçasıdır. İnanç sistemimiz ise, söz konusu çatışmada Allah rızasınca bulunanların ölümden korkmaları bir yana, bu uğurda can vermek ve şehid olarak beka alemine ermek, “cennet-i ala”ya kavuşmak bakımdan sevinmelerini gerektirecek müjdelerle doludur. O halde inananlar bakımından ölüm korkusuna yenik düşmek yakışıksız olup inanç hususunda olası bir probleme delil kabul edilebilir. Bu geçici sınav dünyasını Allah’ın cemaline kavuşmaktan daha fazla seviyorsak, bu ne iştir? Korkumuz varsa bize bunu işaret eder ve böylece bir nefs muhasebesi, yaşantımızda bir düzeltme yapmamıza vesile olabilir.
Ölüm mecazi bir kapı, esas olan diriliktir.. Hakk için hakça yaşayan kişi yolda yürürken de ölse, benim için “kelime-i şehadet”in gereğince “şahitlik” etmekliği bakımından şehid olmuştur, o Hakk’a yürümüştür, onlar için “öldü” demek dahi -en hafifinden- inceliksiz olmuş olur. Ya Hayy! Biz fakirlerin gayreti de bu hali şimdi ve burada edinmek olup, tasavvuf literatüründe “ölmeden ölenler” tabiri kullanılmaktadır Yaradan’a hayattayken teslim olan has kullar için. Hiç “fena mertebeleri” gibi detaylı bahislere girmeden işin özeti böyle… Onun içindir ki bazı dervişe sülukunun uygun yerinde ölüm tefekkürü verilir ders olarak ki hızla tekamül ede, hakikate ere; Allah bes, baki heves…
Fakir en son 10 sene kadar önce ölümle çok güçlü bir şekilde karşı karşıya geldiğimde kendimi sandığımdan daha korkar bulmuş idim. Bu gibi yüzleşmeler eşik atlatan süreçleri tetikleyebilmekte. Nitekim ölüm kaçınılmazdır ve son ana bırakılamayacak kadar önemlidir. Doğrusu, aşkı saymazsak en güçlü dönüştürücüdür ölümle yüzleşme, acziyetin idrakine bir kısa yoldur. Acizliğin farkındalığı, nefislerimizi elinde tutan Yaradan’ın kudret ve azametine hürmete, saygı, sevgi, muhabbet ve aşka dönüşücüdür, rahmet kapısıdır.. Yaşadıklarımın akabinde kendimi tekrardan sorgulamalarım ve bugün diyebileceğim; ölüm korkum aslında vaktin tamamlanmasıyla Rabbimin karşısına ne yüzle çıkıp, nasıl hesap vereceğimin korkusudur. O’nun tek İlah olduğuna ve habibinin resulluğuna şahitlik edemeden ölme korkusu… Bunun Türkçesi; birlik bilincinden(tevhid) uzak ve “ahlak-ı Muhammedi” tabir edilen güzel ahlaka uygunsuz ve sevgisiz bir yaşamı nefsime kulluk ederek noktalamaktan korkmak. Eyvah! Ne korkunçtur “insan” olamadan telef olmak..
Lakin umutvarım, can bedenden çıkmadıkça… Allah(cc) büyük, sonumuzu hayr’eyleye! En doğrusu, hani “korkuyla umut arasında” derler ya, işte öyle bir yer sanırım.. Șimdi bunlardan dem vurmanın sebebi, siz anlamışsınızdır ya, ülke psikolojimizin durumudur. Terör bizi dehşete düşürmeye çalışmakta, medyada bu haliyle geniş yer bulmakta, bizi her an her yerde ölebileceğimiz gerçeğiyle yüzleştirmekte ve bundan duyacağımız korkuyu manipüle etmek, isyana, bozguna dönüştürmek istemektedir. Her an, her yerde ölebilme ihtimalimiz zaten bir vakıadır, terör olsun, olmasın. O halde var olan durumun yoğunluğunu lehimize kullanarak bizler “ölüm” olgusundan hareketle hızlı bir tekamül sıçraması yapabilme ihtimalini de elimizde bulunduruyoruz bu süreçte! “Değerlendirelim” derim ve terörün gayesinin tam zıttı bir harekette bulunalım toplum olarak. Allah plan yapanların en iyisidir. O’na güvenelim. Ölmeden ölelim dervişçesine, ve bunu bir ceza, bir lanet olarak görmemizi isteyen zalimlere inat ölümden korkmayan, sızlanmayan, cesur, metin, vakur ve erdemli bir millet olarak bir arada yükselelim arşa yeniden, ebediyyen!
Vatan kutsaldır, masumların canı da öyle. Emanete hıyanet edilmez hele. Hakkımızda hainane planlar yapanların, hile ve desise tasarlayanların tepelerine de bineriz Allah’ın izniyle, ne yapalım ki hakça olan bu ise, yeter ki nefsimiz işe karışmasın, Allah merhametli olduğu kadar adildir de ve “Kahhar” esması da tecelli edecektir yeri, zamanı geldiğinde. Bu taşıması en zor esmayı herkes üstlenemezken biz üstlenmişiz defaatle tarihimizde. Zor oyunu bozar ve zor görevlerin ödülü de ona göre, yeni dünya düzeni bakalım daha ne sürprizlere gebe…
Durumun gereği geçen haftaki konu yarım kalmış oldu, üzgünüm, sus payı olarak hem bu haftanın konusuyla da ilintili buyrun ufak bir hikaye: Yılan kültüne inananların rahibi, Musevi hahamı görünce ona büyüklendi ve “Sizin Musa(ra), Allah’la karşılaşınca O’nun azametinden korkmadı, ama bizim tanrımız yılan belirince korkup geri kaçtı, daha üstündür yılan tanrı” dedi kibirle. Haham şöyle cevap verdi sakince; “Hazreti Musa’nın elbet Allah korkusu vardı ama bizim Tanrımız her yerde olduğu için nereye kaçılabilirdi ki, halbuki sizin (sözde) tanrınız karşısında temkinliliği gereği birkaç adım geri çekilmesi yeterliydi”.. Yılana karşı temkinli olmalı, lakin kişi nefs terbiyesine cehd’edince bir de bakmışız Rabbimiz o yılanı asa diye elimize verivermiş kerametiyle birlikte.. Velhasıl Allah’tan başkasından korkmayalım a dostlar, O’na olan korkumuz da sevginin gereğidir, bırak kaçmayı, asla uzak kalmak istemeyiz huzurundan, korkumuz ondan…
Merak etmeyin hiçbir masumun kanı yerde kalmayacak, o yer katilleri içine aldığında kim bilir neler yapacak. Biliyorum gidenler geri gelmiyor, insanlar sevdiklerini kaybetti, kaybediyor, hüzün yürekleri dağlıyor, acılarını insan olan herkes paylaşıyor, bu da hak.. Șehitlerimize, evlatlarımıza, kardeşlerimize, canlarımıza Allah gani rahmet eylesin, menzillerini açık etsin, kalanlara metanet, sabır diliyoruz, sabır ki kavuşma inşallah güzel bir yerde olacak, onlar gelmese de biz gideceğiz gönlümüzdekilerle buluşmaya yakında. Șimdilik, sıramız gelene kadar kalan sağlarlayız, yasımızı haddinden fazla uzatamayız, işimiz var daha; dünyayı kurtaracağız (tabi en önce kendi nefsimizden)! Ey yüce milletim, inan ve “La Tahzen (innallahe meana)”, yaşamı hayırlarla süslemeye devam… Huu
Paylaş