Oku!

Okuyorum.. Okuduklarım fakiri ne kadar hakikatime yakınlaştırıyor? Okuduklarımı anlıyor muyum? Daha da ötesi okuduklarımı yaşıyor muyum? Daha daha ötesi okuduğum oldum mu? Peki okumak nedir? Bilmek nedir? Oku denildiğinde kelimeleri ezberine al mı demek, manasını idrak et mi demek? Acaba evren bir okuma mıdır? Yoksa ben miyim okunacak kitap? Yazan kim? Yazdıran kim? Okuyan kim?

Haberin Devamı

İnsanoğlunun en önemli özelliklerinden biri soru sorması! Ne? Neden? Niçin? Kim? Nasıl? Nerede?

Soru sorarak, sorguladığımız şeye yönelişimiz başlıyor! Bu sorular nereden geliyor? Zihnimizden mi? Zihnimizin bir kaynağı var mı? Yoksa zihin kaynağın kendisi mi? En çok merak ettiğimiz şey ne? En merak etmeye değer şey? Varlık?
Tüm bunları düşünmeyen insanın nasıl bir varoluşu olabilir? Ya cevapları biliyordur, ya da hayatiyetinden şüphe duyarım. Can, bitkide, hayvanda da var. Biz farklıyız! İnsanın hayatiyetine uyanması zihninin sınırlarına ermesiyle mümkün. Kendimizi bilmek fıtratımızda var. Ancak kapasitemiz de belli. Beynimizin %10 kadarını kullanabiliyormuşuz, üç aşağı, beş yukarı… Ve akıl hep ikilikte kalıyor doğası gereği. O halde yaradılışımızın sırrını anlamamız mümkün mü?

Haberin Devamı

Evet! Düşünün ki basit bir cep telefonuyla bile internete bağlanıp istediğimiz bilgilere ulaşabiliyoruz. İnsan aklı söz konusu ise, sufiler çok önceden beri ana kaynağa bağlanmanın olası olduğunu keşfetmişler. Hindular, Budistler de katılıyor buna; Atman’dan, Brahman’a bir yol var. Bilimsel dilde, Vedik Yoga öğretisi “birlik bilinci” diyor mesela. Sufiler, külli akıl… Tevhid sırrına ermek! Yolu ne? Aşkınlık! Yöntemi? Çeşitli! Neredeyse tüm manevi öğretilerin, hatta bilim adamlarının hem fikir olduğu şu; sınırlarımızı aşabiliriz, olduğumuzdan daha fazlası olabiliriz! Evrim yaradılışımızın doğasında var! Her anda var! Biraz daha açalım…

Aşmak ne demek? Demek bir sınır, bir duvar var. Biz de içindeyiz. Hapisiz bir anlamda, çünkü dışarıda çok daha fazlası var. İçimizde bir dürtü, bir genişleme isteği… Bir çağrı var derinliklerimizde yankılanan. Ona uymadan huzur bulamayız. Arıyoruz. Bazılarımız malesef uyuşturulmayı tercih ediyorlar. Arayanlar tehlikeli kimseler. Sorguluyorlar. Bir başka insan tarafından güdülmeleri zor. Onları ancak daha büyük bir güç teslim alabilir. Ya o güç içimizdeyse. Ya içimizde zannettiğimiz güç yine bizi kandırmak için kılık değiştirmiş nefsimiz ise? Şüphe bir yere kadar sağlıklı. Onun da fazlası hastalıktır. Ama nasıl bileceğiz? Akıl, nefs, şüphe, sorular, arzular, güç, bilgi… Mayın tarlası gibi! Sözde bizi biz yapan, varlık iddiamızı besleyen, kendimizle özdeşleştirdiğimiz, bağlandığımız ne varsa; hepsi işlevlerini tamamladıklarında aşmamız gereken duvarlarımızdır. Ancak bu rehbersiz gerçekleştirmesi neredeyse imkansız bir iş!

Haberin Devamı

Aklın dar kalıplarını yine akıl ile açarız. Aklın sınırlarını aşmak için ihtiyacımız olan anahtar aklın bulabileceği en değerli hazine. Bu anahtar kalbin anahtarıdır. Kalpten kalbe aşk ile yürüyebiliriz. Teslimiyet ise birleşmenin anahtarıdır. Bırak, terk et! Güven! Ve varlıkta yok ol! Bunu nasıl iddia edebiliyorum? Aklım henüz almış değil. Nefis perdeleri aralanmış değil. Bir yerlerde okumuşum. Yeterli değil. Ama bu hali yaşayanı bulmuşum. Onu sevmişim. Yarım yamalak bir teslimiyetim var. İşte o oranda genişliyorum, cüzzi aklım, külli akıl ile bağlantı kurabiliyor. O oranda hal sahibinin haliyle hallenmeme kapı aralanmış. Deneyimleme başlamış. Onun gözüyle okuyabiliyorum, kulağıyla duyabiliyorum, biraz. Tadını alıp da daha fazlası için gayrete gelmeme yetecek kadar. Nasibim varmış. Fakiri kapıya kadar getirmişler. Gerisi için gayret soruyorlar. Hakikatin tadını da bir defa alınca nasıl bırakabilirsin? Terk makamlarının çok ileri bir sahfası olsa gerek! Bu yazıyı okuyup kendine pay çıkarıyorsan senin de nasibin var demektir!

Haberin Devamı

Bütün okudukların en fazla seni ilmen yakın yapar hakikatine… İlm-el-yakin denir. Dar anlamda, “alim” olursun. Oldum zannetme! Bu hiç elma görmemiş, tatmamış birinin elmayı bildiğini iddia etmesine benzer. Ne zaman ki elmayı görür, tadar, dokunursun, deneyim sahibisindir elma hakkında. Ayn-el-yakin denir. Bilgin daha üstündür artık. Yine oldum zannetme. Sadece duyularınla tecrübe ettin ki bu kapasitene oranla kısıtlıdır. Ne zaman ki elma oldun, ancak o zaman elmanın hakikatine vakıf olursun. Elma hakkında bilmediğin hiç bir şey kalmamıştır. O hakikat her şeyin içinde sırlıdır. Hakk-el-yakin denir buna. Bu bilgiyle eylem gerçekleştirmen ‘marifet’tir. Sana arif kişi derler. Okumuş, anlamış, tecrübe etmiş, içselleştirmiş, tüm sırlarına ermiş, evrenin hizmetine sunmuşsundur bilgeliğini. Bu senin doğan olmuştur artık. Çabasız, çıkarsız, hesapsız, safça ve aşkla; olmuşsundur! Sana usta deriz, guru, aşkın insan, mürşidimiz, rehberimiz… Sen Allah’ın bir mucizesi, bir lütfusun! Elini tutan kurtuluşa ulaşır!

Haberin Devamı

Okuyun! Şu okuduğunuz makale dahil, tüm okuduklarınız, kitaplar, vecizeler, menkıbeler sizi en fazla ilm-el-yakin mertebesine taşıyabilir. Bu çok önemli bir temeldir. İlkokul seviyesi. Araya nefs karışmışsa o dahi tam olmaz. İrfan sahiplerinin yanında bu malzemeyle hele bir de bilmişlik taslarsan gülünçsündür. Belki daha da acıklıdır halin. Keza yarım yamalak bilginle hiç bilmeyenden daha tehlikelisin. İnsanları hataya sevk ettirebilir, doğru yoldan saptırabilirsin. Ya da kimsenin hal sahibi olmadığı bir maneviyat geyiği döner durur, seni oyalar. Uyuşturur, fark etmezsin. Ne zaman ki ustanın dizinin dibinde kendi kitabını okumaya başlarsın, okumaya doyamazsın…

Yazarın Tüm Yazıları