Paylaş
Lale mi bahardandır, bahar mı laleden bilmem. Fakir onu yabanda tanıdım çocukken, adına gelincik derler; yaban lalesi. Kırmızı, narin, müjdeci… Bir sap ve bir çiçekten ibaret olmasından kendisi, lale; tevhid remzi. Lale benzeri değil mi elif, ‘kelime-i tevhid’in ilk harfi..
“Gül ü bülbülden özge zevk virdi hâtır-ı lâle / Çerâgân’inayetde Hanif gördük İkram-ı Hakk” (Seyyid Hanif Efendi)
Hamdolsun yetiştim bu bahara da, seyrettim laleleri doya doya. “Emirgan Parkı”nda, 1959’dan beri yapılırmış “lale festivali”.. İstanbul laleseverdir! Doldurmuş insanlar parkı, her telden, her meşrepten; lale aşkına.. Lale aşka değerdir çünkü, “ism-i celal” yani “Allah” ismi ile “lale” isminin ebced değeri aynı, 66’dır. Muhakkak ki aşk ancak Hakk’a yaraşır.
“Mazhar-ı ism-i Celâl olmasa hakkâ lâle / Bulamazdı bu kadar rütbe-i vâlâ lâle” (İzzet Ali Paşa)
Bizden bulaşmış “Lale Deliliği”(Tulipomania) Avrupa’ya, Dünya’ya. Belki de “Avusturya-Macaristan İmparatoru”nun Sultan Süleyman nezdindeki büyükelçisi O.G.Busbecq’in İstanbul’dan götürdüğü bitkiler, soğanlar arasında..
"Gül ü lâle biterse yiryüzinde / Benüm kanlu yaşımdan nemdür iy dost” (Sa’di-yi Cem)
Șöyle yazmış hatıratında Busbecq; “Edirne’de bir gün kaldıktan sonra, fazla uzak olmayan hedefimiz İstanbul’a doğru yola çıktık. Yolun geçtiği ova boyunca bize her tarafta nergiz, leylak ve Türklerin “lâle” dedikleri çok miktarda güzel çiçeklerden hediye ettiler. Șuna şaşıyorduk; Kışın ortasında, buz gibi soğukta, her tarafta çiçekler ölürken burada Trakya’da nergizler ve leylaklar her tarafı dolduruyor ve öylesine bir rayiha saçıyorlar ki, alışık olmayanların kokudan başı ağrıyordu. Laleler ya hiç kokmuyorlar ya da çok az kokuyorlardı; bunlar güzel ve çeşitli renkleri dolayısıyla aranıyor” (Karl Tebly, Dersaadet’te Avrupa sefirleri - çev.Selçuk Ünlü)
“Șarab-ı ergavânîdür duhânî lâle câmında / Ne kan tamdıysa odında benüm bagrum kebâbından” (Șeyhî)
Sen de o aşk şarabından bir iç ki, lale bardak olmuş. Yanar tabi. Aşk yakar, ondan başkası kalmamacasına. Kanar tabi, kebab olmuş bağrından aşk, sızar lal kırmızı.. Lal ateştir, lal kırmızı. İşte ondandır “lale” adı. Dağla yaranı şimdi, sar bir tülbentle, devam et yoluna yare karşı. Kavuşmak yakın belki. Laleler bunu hatırlatıyor. “Tülbent” de olmuş sana “tulipa”, içini bilmez, öyle der Batılı..
“Lâle bir abdaldır devr-i ruhunda dilberâ / Sînesine nâr-ı aşkunla komış dâg-ı siyâh” (Rahmî)
Bir bahçeye girmişim ki bu bahar, çimen çiçek dolu. Güpegündüz! Lale devrinde misin yoksa ey Ruh? Gülzar lalezar olmuş, lalezar gülzar. Belli, bunlar insanlar, ah güzel insanlar. Renk renk, zambak kokar, gül kokar, sümbül kokarlar. Mest oldurur şairleri bahçen, bülbül kılar ey yar!
“Șüküfte câ-be-câ gülşende sanma lâle vü güldür / Akıtmış hâr-ı hasret eşk-i hûn-âlûd bülbüldür” (Ref’etî)
Mecazıymış lalenin hilal, gözbebeği, kuş yuvası, gelin, şal ve kan, kefen, sancak, ateş ve şarap, kaseyle kalp, gamze kılıç, kanatlı melekler, tac, kalender, külah… İnsandadır manası hep, oldu Sana mecaz. Bu bahçenin seyranını daim eyle Ya Rabb, her dem taze kıl baharım..
“Gül-i terden gülicek ârızına mâ dökilür / Bâga gir gör ki neçe lâle-i hamrâ dökilür” (Nesîmî)
Ya sen neredesin dost, lalezarda ben gülünü ararım. Kat kat imiş bahçesi, Adem indim andan, çıksam Muhammed çıkarım. Sarhoş etti sakisi, bakarsın bu gece koynunda yatarım. Bakarsın gece bitmez, aşk olur! Seninle gecem gündüz.. Ya Nur!
“Sâde-rû kırmızıda bî-mânend / Bâg-ı âlemde nâdir ü kem-yâb /
Ruh-ı dilber gibi olup rengin / Oldı Hüsn-i Hasan’la şöhret-yab (Fennî Mehmed Dede)
Huu
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
* Klasik sanatımızın baş aktörlerinden lale, ecdadımız tarafından ıslah edilerek pek çok yeni türü elde edilmiş, bu türlere şairane isimler verilmiştir. Yazımızdaki bazı mısralarda kendisine gönderme yapılan bu gibi kimi özel lale isimlerini italik yazı karakteriyle belirttim…
* Ahmet Kartal’ın “Klasik Türk şiirinde Lâle” kitabından faydalanılmıştır / Akçağ Yayınları
Paylaş