Paylaş
Ki onun kapısıdır Hz.Ali(ra) Șah-ı velayet. Hakk Teala’nın ilim şehrinin o muazzam kapısının bir de eşiği var; hani kapı eşiğine ‘derviş’ denir ya Farsça.. Üstüne basılsa da şikayet etmeden hizmet edecekmiş kapıdan girmek isteyene, derviş! “Ali’den nimet, veliden himmet, dervişten hizmet efendim, Allah, eyv’Allah”…
Mürşidim ‘Derviş Baba’yı tanır tanımaz manevi bir aşkla sevmiştim, itiraf edeyim herşeyden çok da bu hissi hissedebilmeyi sevmiştim. Yaşadığını hissediyor insan sevince. Allah’ın sevdiğini sevmek bizim için sevgilerin en güzeliyse meğer, anlıyordum ki öyle en güzel bir sevgiyle sevmek lazımdı ‘Habib-i Hüda’yı. Ve o sevgilinin sevdiklerini sevmekle genişleyecekti gönül; O’nu hatırlatan herşeyi, başta ’Ehli Beyt’i ve o halde olmazsa olmaz, velayet kapısının eşik bekçisi Hazreti Ali Efendimizi sevmekle.. Ne mutlu ki velilik makamından irşad yolu daima canlı. Tasavvuf yolunun erenleri, mürşid-i kamiller o velayet şahının bize erişen nimet vesileleriyse madem, tanımak icab ederdi o nimet pınarını da. Keza insan genellikle tanımadığına düşman. Halbuki dosta dost olmak ister fakir!
O zamanlar… Henüz pek cahilim, bilmek istedim bunca medh-ü sena edilen Hz.Ali Efendimizi. Hem çünkü hayatta tanıdığım en güzel insanın sevdiceğiydi ve çünkü adım attığım yolun varış kapısıydı; Hazreti Peygamber’e ilk biat verenlerden, o veliler velisine ilk dervişlik edenlerden, mana denizinin en derinine dalanlardan, bu yola canı başı koyanlardan, yaşamıyla örnek olanlardan, ‘Ali el Murteza’ ki Peygamber soyunun devamı da Hz.Fatımat’üz Zehra(ra) annemizle izdivacından gelir.. “Nehcü’l Belağa” adlı bir eser varmış kendisine atfedilen, Hz.Ali’nin konuşmaları, mektupları ve hikmetli sözlerinden derlenen bir kitap. Düşündüm ki okursam, onu daha iyi tanıyacağım. Vardım bir kitapçıya, sordum danışmaya. Bir yer işaret ettiler; “varsa burada vardır, bir bakınız” dediler. Arıyorum…
Üç rafı da didik didik ettim; yok da yok! Ama ararken Nehcü’l Belağa’yı, bir başka kitap çekti dikkatimi “Divan-ı Hikmet” adlı. Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri’nin manzumelerinin yeni bir telifi… Derviş Baba’dan işitmiştim bu meşhur Türkmen Dervişi’nin ismini. Tarihte bilinen ilk büyük Türk mutasavvıfı Pir Yesevi. 12.yy’ın başlarından günümüze değin bize etkisi o kadar fazla olmuş ki… Önce ‘Aslan Baba’ adlı menkıbevi atanın, ardından Hz.Yusuf Hemedani’nin talebesi olan Hz.Yesevi, İslam’ın Türk illerinden Balkanlara uzanan gönülleri fethinin başlıca hizmetkarlarından. Eserlerinden de anlaşıldığı gibi Tasavvufi irfan geleneğinin bu müstesna temsilcisi, ‘şeriat’ ilmine vukufiyeti yanında Hz.Peygamber’in sünnetine son derece bağlı ve ‘ehli beyt’ sevgisi en ileri derecede imiş. İslam’ın gönüllere hitab eden özünü mükemmel derecede benimsemiş bu ulu ata, Türklerin gelenek, görenek, örf ve adetleriyle İslam’ın son derece uyumlu bir şekilde yaşanabileceğini ortaya koymuş, öğretisinin etkisi Vefaiye, Haydariye, Bektaşiye tarikatları başta olmak üzere tüm Anadolu tasavvuf ekolleri üzerinde güçlü bir şekilde görülmüştür..
Yesevi Hazretleri’nin öğrencilerinin derlediği varsayılan ilk Türk tasavvuf klasiği “Divan-ı Hikmet”, “Kutadgu Bilig”den sonra gelen en önemli edebi eserimiz sayılır aynı zamanda. Karahanlı Türkçesiyle yazılmış, ders niteliğindeki bu hikmetli şiirlerin uyaklanışı bestelenmeye son derece müsait bir yapıdadır. Derviş Babamın bestekarlık yönü de olduğundan(pek çok tasavvuf büyüğüne ait binin üzerinde manzum eseri ilahi formlarında bestelemiştir) kitaplığın raflarından elime gelen bu harika derlemeyi kendisine hediye etmek üzere almaya karar verdim. “Neye niyet, neye kısmet” diye de geçiriyordum içimden. Ödeme yapmak için kasaya doğru giderken bir yandan da sayfaları karıştırıyordum. O da ne, sayfaların biri basım hatasından dolayı hafifçe defoluydu. Madem ‘Derviş Yunus’ bir eğri odun dahi getirmemiş derler dergaha hayatı boyunca, fakir de bu defolu haliyle hediye edemezdim kitabı mürşidime. Hemen geri döndüm kitaplığın oraya belki bir başka defosuz kopya vardır umuduyla. Kitabı aldığım yeri buldum ki hem yerine koyacağım elimdekini hem de ola ki yanındadır bir ikinci kopya daha.. İnanamadım gözlerime, tam orada “Nehcü’l Belağa” duruyordu karşımda, elimdeki kitabı aldığım yere komşu, nasıl da görememiştim, muamma… Sevinçle aldım “Nehcü’l Belağa”yı ve “Divanı Hikmet”in temiz bir kopyası da yanında. Oradan üç kitapla çıktım o gün. “Divan-ı Hikmet”in defolu kopyasını kendime almıştım, fakir de defolu değil miydim ne de olsa ve o kitap vesilesiyle dokunmuştu adeta ruhuma Hz.Pir Yesevi, mutluydum, ah ne güzel bir hatıra…
Hediye sahibini buldu, Derviş Baba teşekkür etti ve sordu; “Bundan ne öğrendin evladım?” Șunu öğrendim Derviş Baba; “Manevi alemlerde de bir hiyerarşi var. Nasıl ki Allah’a vasıl olmak isteyenlere en kutlu bir vesiledir Hz.Peygamber(sav), onun ilim şehrine açılan kapıdan geçmeden olmazmış bu iş, bu sebeple Hz.Ali Efendimizi tanımak istemiştim ama bu yolun bir Pirinden geçmekle nasip olacakmış demek ancak o da. Hepsinden önce de aslında bu yüce zatlara fakiri eriştiren sizin muhabbetiniz, himmetinizdir. Ne zaman ki size hediye etmek üzere önüme çıkan fırsatı değerlendirdim, akabinde gelen sınavı da verdim, Piran-ı izam hoşnut olmuş olsa gerek ki halimden Hz.Ali Efendimiz görünür oldu gözüme. Onlar bir elmanın iki yarısılarsa hadiste belirtildiği gibi Hz.Muhammed(sav) ile, ne mutlu ki Onunla da müşerref olmak kısmet ola. Ve Resulullah Efendimiz dediğine göre ‘Beni gören gerçekten Hakk’ı görmüştür’ diye, böylece ‘Cemal’e kavuşmayı ümid ederim sonunda. Allah razı olsun sizden ve zincire halka olan tüm erenlerden. Bir yol varmış kalpten kalbe görünmez. Aklımın eremediğini gönlüm tasdik etti. Hamdolsun, burhan(delil) oldu bana bu yolumda”…
Sözlü geleneğimizden aktarılır; Pir Yesevi Hazretleri’nin aşkı ve sünnete bağlılığı o derece imiş ki 63 yaşına vardıkta “Peygamberimin bedeninin toprak altına girdiği bu yaşta yeryüzünde dolaşmak bana reva değildir” deyip inmiş yeraltında kazdırdığı daracık çilehaneye. Ancak bir sefer çıkmış ileri yaşta, o da Hz.Pir Seyyid Ahmed er-Rifai’ye uzanan Hz.Muhammed’in(sav) mübarek elinin uğruna, tanışmak istemiş dünya gözüyle o büyük zatla ve bir küfenin içerisine girmiş sözüne sadık kalmak için, taşımış dervişleri bugünkü Kazakistan’ın Türkmenistan-Yesi şehrinden ta Basra’ya kadar.. Hz.Pir Rifai ayıtmış; “Ey Koca Türkmen Dervişi, kalk kıyama, çık karşıma, böylesi daha yaraşır şanına” Akabinde Ahmed er-Rifai’nin kendisine hırka giydirdiği söylenir. Bir süre misafir kaldıktan sonra orada, nihayet dönmüş tekrar yurduna. Binlerce(bir rivayette çokluk belirten 99.000 sayısı verilmektedir) derviş yetiştirmiş, dört bir yana dağılan erleri saçmışlar hikmetlerini etrafa ve Anadolu’yu mayalayanların da başında gelmiş böylece Hazret..
Allah dostlarının nüfuzunu zaman ve mekanla sınırlamak ne mümkün. İşte, nasıl da dokunuvermişti bana da, selam olsun! Hakk’a yürüyüşünün bu 850. yılını(2016) UNESCO “Ahmed Yesevi Yılı” ilan etmiştir. Kutlu olsun, himmetleri üzerimize daim olsun! Hizmet olunca himmet de olurmuş derler, nitekim hizmet de bizlerin vazifesi..
Ünlü edebiyatçımız Yahya Kemal Beyatlı şöyle demiş; “Șu Ahmet Yesevi kim? Bir araştırın göreceksiniz. Bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız”.. Öyleyse kalk ayağa ey koca Türk milleti, yürü atanın izinden, nimetlerden nasiplen, sen de piş, yan ki irşad eyle sevgi ve vefa sahiplerini dil, din, ırk, mezhep, meşrep ayırd etmeden… Aşk olsun! Hu
“Ya Muhammed yaman kulnı mahrum koymang / Asiy, cafiy ümmetlerni yolda koymang / Ruzi mahşer asiylerden yüz öğirmeng / Ya Mustafa! İlgim alıng, yolda kaldım”… (hikmet 209)
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
Not: sözkonusu “Divan-ı Hikmet”i Türkiye Diyanet Vakfı adına yayına hazırlayan Dr.Hayati Bice’ye teşekkürlerimle…
Paylaş