Paylaş
Aşk olsun istiyorum! Kim istemez ki? Lakin bu yaşa gelene kadar edindiğim fakirane tecrübeler bana öğretti ki aşk dahi yakıyor; nefsinden taviz vermeden olmuyor. Sevdiğin için mücadele etmeden aşkın delili ortaya konmuyor.. Buna seve seve katlanıyor gerçek aşıklar. Çünkü göğüs gerilen sıkıntıların hangi amaç için olduğunu biliyor. Bu pazarda talip olunan değerin gerekirse varını yoğunu ortaya koymaya değdiğini anlıyor, kabul ediyor. Aşk pahalı, barış da öyle.. İstiyorum demekle olmuyor, gayret gerekiyor!
Barış da yakıyor; işte barışın yakıcı kısmına “savaş” deniyor. Barış için savaşmayı göze almak, barış isteyenin samimiyetini gösteriyor… Rahatı bozulan nefs bunu istemiyor tabi, o bedel ödemeden almaya alışık, liyakatı bedava sanıyor. Öyle ki arzusu onu kör edebiliyor, gayri meşru yollara, kendi tatmini için hırsızlığa, zorbalığa dahi tevessül edebiliyor, hakkaniyetten uzaklaşıyor. Bu şekilde gasp edilerek erişilen bir barış asla içselleşemez, kalıcı da olmaz zaten, değeri bilinemez çünkü. Keza bu sınav yurdunda hiçbir şey boşa değil. Ayırdında olanlara…
Hak ile batıl bir değil. Barış için savaşmak zorunda kalmakla, yağma için savaşı istemek bir değil. Zalimle mazlum bir değil. Cesaretle saldırganlık, masumiyetle ahmaklık, tevazuyla eziklik bir değil. Bilenle bilmeyen bir değil. Bencillikle diğerkamlık, baş olma sevdası gütmekle önderlik etme sorumluluğunu üstlenmeyi bilmek bir değil. Vatanseverlikle faşizm, kimliğine sahip çıkmakla mikro-milliyetçilik bir değil. Zorbalığa karşı sesini yükseltmekle, toplumda kargaşa çıkarmak bir değil.. Şeytan da insan da sırat-ı müstakim üzere ama istikamet bir değil. Oturmakla ilerlemek bir değil.. Bir ile sıfırı toplasan bir ediyor ancak bunun mimarı sıfır değil…
Nihayet Allah’tan başka kimse mükemmel değil. Biz de değiliz.. Doğru yol üzere istikamet için gayretkeş olmamız bizi kardeş yapıyor. Hakk yolcuları ümmettir. Ulusal birliğimizin en temel yapıtaşı da bu olsa gerektir. Bu yolda kader birliği içinde olanlar birbirine destek olma mesuliyeti taşırlar, kabiliyetimiz neyse, gücümüz yettiğince.. Ve bu desteğin ortaya konulması gereken zamanlar olur, ki kader birliği içinde olanlar birbirini daha iyi bilsin, saflar pekişsin. Ki birimizin başarısı hepimizin olsun, kendi içinde birliği yakalayanlar diğerlerine de örnek olsun…
O günler bu günler! Herhangi bir halka karşı değil, barışseverlere karşı hiç değil; içimizi kemiren sömürgeci bir zihniyete karşı mücadelenin yoğunlaştığı günler. İnsanlığın hakettiği değere bir adım daha yaklaşabilmesi için fedakarlık edilecek günler.. Barış kavramının içinin özgürlükle doldurulabilmesi için ve bunun tüm halklar nezdinde daha adil bir paylaşımı getirmesi için, kurtuluş için…
O kibirli tepeden bakışlarıyla, tüm gözü doymazlıkları, ahlaksızlıkları, yalanlarıyla herkesi zorbaca kendi sarmalları içinde boğmak isteyenlerin temsillerine karşı, hem içimizde hem dışımızdaki zalim nefsihana karşı; savaştayız! Belki istemeden, mecburen ama gerçek barışın yolunun buradan geçtiğini bilmekle gönlümüzü teskin ederek… Sefer bizden, zafer Allah’tan!
Buna karşın “Dervişlik” anlayışını Batı’dan ithal, kasıtlı bir bakışla yorumlayıp da cahilce bilmişlik ederek veya bizi sindirmek maksadıyla, “Yahu bu olanlardan sizin gibi ‘Ehl-i Beyt’ yolunda fakir, miskin Tasavvuf muhiplerine ne?” diye sorgulayan hariciler olacaksa ve başlıca rol modelimiz Hz.Peygamber(sav)’in “Ya Haydar-ı Kerrar, gayrı ferrar” hitabına mazhar olan Hz.Ali(ra) Efendimiz örneği de kafi gelmiyorsa, cevaben (“Zeki” kardeşimin pek güzel derlediği gibi):
“Anadolu Erenleri” geleneğimizin nice fetası arasında bulunan; Şeyh Edebali’den, Sultan II. Murad’ın İstanbul kuşatması sırasında yanında olan Emir Şemsettin Buhari’ye, İstanbul’un fethi sırasında Fatih Sultan Mehmed’in yanındaki hocası Akşemsettin’den, Kanuni Sultan Süleyman’a Zigetvar Seferi sırasında eşlik eden Şeyh Muslihüddin Efendi’ye, Ferhat Paşa ile Tebriz seferine katılan Aziz Mahmut Hüdayi’den, Sultan II. Osman’ın Lehistan seferi sırasında yanında bulunan Şeyh Beşir Efendi’ye,, yetmedi İştibli Emir Abdülkerim Efendi’nin Estergon, Galata Mevlevihane’si Postnişini Adem Dede’nin Hotin, Muhammet Nazmi Efendi’nin Uyvar, Derviş Çelebi’nin Kamaniçe seferine katılmalarına, bunlardan başka Vani Mehmet’in Viyana kuşatmasında ordu vaizi olarak görevlendirilmesine, Sultan II. Mustafa’nın Avusturya seferinde Bosnalı Mustafa Efendi ile birlikte Himmetzâde Abdullah Efendi’nin ordu vaizi olarak görev almasına… pek çok örnek getirilebilir. Horasan erlerinden, Çanakkale, Kurtuluş Savaşları esnasındaki derviş alaylarına kadar misal çoktur da, fazlasına şimdilik gerek yoktur. Yolun düsturu bellidir..
“Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır” (Şeyh Edebali)
İnanıyorum ki “15 Temmuz” badiresinden sonra aslına dönme yolunda içindeki hainlerden temizlenerek güçlenen ordumuz, Peygamber ocağının kınalı kuzuları kahraman Mehmetçiğimiz, canları pahasına, en ulvi duygularla, hepimiz adına cephede barış için gerekli mücadeleyi vermededirler ve gittikleri her yerde -Kürt, Arap, Ezidi, Türkmen.., hangi mezhep, hangi meşrep demeden- sivillere, mazlumlara (sahadaki tüm canlılara) en örnek davranışlarıyla hayat verecek, umut olacaklar, vazifeleri tamamlanınca da haklı bir gururla vatana döneceklerdir. Allah rızasını istemeleri dışında ola ki bizden de bir beklentileri yüreğimizle, dualarımızla onların yanında olduğumuzu bilmedir.
Allah hepsinden razı olsun, kuvvet versin, yar ve yardımcıları olsun da en kısa zamanda muvaffakiyetle ve sağ salim evlerine dönebilsinler!
Maalesef kayıplarımız da oluyor. Vebali, terörü üzerimize musallat edenlerin başına.. Velhasıl şehadet şerbetini içenlere Allah’tan gani rahmet diliyoruz, yaralılarımıza acil şifalar, tüm asker yolu gözleyenlere sabır ve metanet, yanımızda olan herkese de selamet… Bizi yönetenlere ise canlarımızın bu fedakarlıklarını boşa çıkarmayacak sağlam adımları atmak düşüyor..
Hayırlar fethola, şerler defola, Ya Allah, Zül Celal ve’l İkram, Ya Selam! Hu
Paylaş