Paylaş
Bir kaç gün önce millet-vekillerimiz ve biz gazeteciler bir elektronik posta aldık. ‘Sufi gençlik’ tarafından gönderilen bu posta sufilerin özgürlük talebini dile getiriyordu. Fakir bu konuyu çok önemli buluyor, tasavvuf kurumlarının iade-i itibarının ülkemiz için artık yasaklı olmasından daha faydalı olacağına inanıyorum. Bölücülüğü değil birleştiriciliği merkeze aldıkları için. İnsanı, sevgiyi, hoşgörüyü merkeze aldıkları için… Politika işim değil, ancak kimsenin özgürlük alanına tecavüz etmeyen bu talebe özgürlük adına ve inandığım doğrular adına sahip çıkmayı kendime borç biliyorum. Bunun nasıl olabileceği tartışılsın, denetim mekanizmaları gerekiyorsa kurulsun, hakikisi ve sahtesi ayrışsın, bu ikiyüzlülük son bulsun! Bir yandan Hz. Mevlana’ya, Yunus Emre’ye, Hacı Bektaş-ı Veli ve daha birçok mutasavvıfa sahip çıkar gibi görünüp, hatta onlardan nemalanıp, tasavvufu yaşamanın yasaklı olması vefasızlıktır. Bu öğretiyi yaşamak felsefi boyutunun ötesindedir. Üç beş kitapla, müzeyle, turistik gösterilerle geçiştirilemez. Yerimin kalanını söz konusu postaya ayırdım, keza konu çok su kaldırır, umarım etraflıca işlemek nasip olur! İmzayı fakir diye atmışlar, o zaman metin bu fakire de aittir:
Ben bir sufiyim, ustamdan incinmemeyi ve incitmemeyi öğrendim.
Ben bir sufiyim, ustamdan benden farklı olanlara saygı göstermeyi ve ‘yaratılanı Yaratandan ötürü’ sevmeyi öğrendim.
Ben bir sufiyim, ustamdan gönlün dilini öğrendim ve gönlün aşkı, sevgiyi, merhameti ve muhabbeti istediğini öğrendim.
Ben bir sufiyim, ustamdan açı doyurmak, yoksulu giydirmek, yolda kalana yardım etmek, ihtiyacı olana dost olmak gerektiğini öğrendim.
Ben bir sufiyim, ustamdan kendimden önce başkalarına hizmet etmenin neden önemli olduğunu öğrendim.
Ben bir sufiyim, ustamdan görüşler, fikirler, düşünceler, ideolojiler ya da inançlar arasında bir anlayış olabileceğini ve yepyeni yollar kurulabileceğini öğrendim.
Ben bir sufiyim ve ustamdan bütün âlemin aşk üzere kurulu olduğunu öğrendim.
Ben bir sufiyim ve hem ben hem de bütün bunları bana öğreten ustam bu ülke topraklarında yasaklıdır.
Peki şimdi sormak istiyorum, ustam ve öğrettikleri yasak olduğunda ben ya da siz daha mı özgür olacağız? Biz yasaklı olan sufiler gözden uzak tutulmaya çalışılsak da ihtiyacı olana hizmet etme gayretimizden inancımız gereği ödün vermeyeceğiz. Ancak yasakların nelere yol açtığının sorgulandığı ve özgürlüğün arzulandığı şu günlerde aklımızda, neden bizim özgür olamadığımız sorusu da yanıtını bekleyecek. Çünkü unutmamak gerekir ki içimizde inancını yaşayamayan bir kişi bile olsa orada özgürlükten söz edilemez.
Tasavvufi kurumlar, mahiyetleri itibarıyla inanç özgürlüğünün kapsamında yer almalıdırlar. Yıllarca farklı odakların ve siyasi örgütlerin aktarımlarından dolayı, Türk toplumunun içinde bir korku unsuru olarak gösterilmeye çalışılan ancak aşkı ve sevgiyi insanlara öğretmekten başka bir gayesi olmayan bu kurumlar, dünyadaki tüm ülkelerde serbest bir şekilde faaliyet gösterebilmektedirler.
Temel olarak insanın ruhani gelişimini kendi sistemi içinde gerçekleştirmeyi öngören tasavvuf anlayışı, hiçbir bireye dayatılmaz, ancak talep eden kişiler bu öğretiye dahil olabilirler. Temel kıstas insana hizmet etmek ve insanı ait olduğu yüce olgunluğa eriştirmektir. Bunu icra ederken de kimseyi incitmemek, kuşatıcı ve kapsayıcı olmak, farklı düşünceleri, ırkları, cinsiyetleri yargılamaksızın onlara kucak açmak da bu kurumların hassasiyetini gösteren bir niteliktir. Kendine ait müziği, kültürü ve ibadet anlayışıyla yaşam tarzının ötesinde olan bu inanç sistemi, kendisine tahsis edilmiş mekânlara ihtiyaç duymaktadır. Bizler bu mekânlara ‘Dergâh’ diyoruz. Ne yazık ki dergâhlar, 1925’te çıkarılan Tekke ve Zaviyeler ile alakalı kanun gereği yasaklanmıştır. 21.yy gibi, düşüncelerin ve inançların özgürce ifade edilmesi gereken bu çağda, bu yasanın hâlâ geçerliliğini koruması inanç özgürlüğünü tehdit eden bir içerik taşımaktadır.
Bizler sufiler olarak, söz konusu yasanın kaldırılmasını talep ediyoruz. Hatırlamak gerekir ki, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli ve Mevlana bu topraklarda yaşamış sufilerdendir. Yasaklı oldukları için adları bilinmeyen, onlar gibi niceleri, günümüzde çıraklar yetiştirmeye, ihtiyacı olanlara hizmet etmeyi sürdürmektedirler. Ancak bu yasak, özlemini duyduğumuz bu insanların bilinmesine fırsat vermemektedir.
Bu yasanın, farklı düşünce, anlayış ve inançların karşısına çıkarılmış bir engel olduğunu hatırlatarak, erklerin taraflı özgürlük dayatmasına karşı, herkes için özgürlük anlayışının, temsilcileri olduğumuzu vurgulamak istiyoruz. Bu topraklarda daha, nice Yunus Emre’ler, nice Hacı Bektaş-ı Veli’ler, nice Mevlana’lar yetişecektir. Ama yetişmesi için ÖZGÜRLÜK!
Hak ettiği yankıyı bulmasını dilerim! Hu!
Paylaş