Paylaş
Sevgili ustam “Derviş Baba” ile görüşüp doya doya vakit geçirmeyeli epey zaman olmuştu. Bir süredir bizi hasretlik bırakan uzun seyahatlerine ara vermiş, payitaht şehirlerimizden birinde uyandırmaya gayret ettiği “Tasavvuf Kültürünü Yaşatma Derneği” binasının inşaat işleriyle meşgul olmaktaydı. Dervişlerinden imkan bulanlar da becerilerince yanında amelelik etmedeler. Tüm işler, geleneğimizde alışılageldiği üzere dervişanın, muhibbanın el emeği göz nuruyla yapılacak.. Vazifelerimin yoğunluğu, sonunda imkan vermiş, gelen bayram tatili vesilesiyle yanına seyahat etme fırsatı elime geçmişti. Hem oradaki bir kahvehanemizde sohbet de vereceğim. Sevinçli ve heyecanlıydım, çok özlemişim!
Nefsime kalsa, oradaki bir akşamlık sohbet vazifemi bahane edip, hem ne kadardır hasretim de, geri kalan tüm zamanımı onunla geçirmek isterim. Sorayım anlatsın, söylesin dinleyeyim, başbaşa güzel güzel vakit geçirelim işte.. Gel gör ki tam yolculuğa hazırlanırken, bir kitabın sayfalarını karıştırırım ve o cümle derinden etkiler fakiri; “Derviş, kapıdan girdiğinde Șeyhinin onunla ilgilenmek zorunda kalmadığı kişidir!” Artık bu kelamı okuduktan sonra, bencilce ilgi beklemek sürekli, haram oldu bana. Hakkaten bizim işimiz hizmet değil miydi? Verebildiğince vermek, paylaşmak değil mi emaneti? Bu ilgi açlığı, daha sütten kesilmemiş ham evlatların işi! İnsan bırakmak istemiyor memeyi, kabul etmek zor büyümeyi.. Ama yavaş yavaş sevdiğine yük olmaktan geçmeye çalışmalı, bekleyenlerin de önünü açmalı, hizmete odaklanmalı yoldaki kişi. O zaman dervişlik başlaya, niyet buysa tabi… Hiçbir şey yapmaz da değiliz amma her dem çıtayı yükseltmeye gayret etmeli; vakit dar, hayat kısa! Bir kez daha tazeledim böylece niyetimi!
Görüştüğümüz an önce selam ve sıkı sıkı sarıldık muhabbetle. Bütün hücrelerim gülen yuvarlak sarı suratlı adam emojisine dönüştüler birden. İnşaat malzemelerinin arasında, bir ağaç gölgesi altındaki o beyaz plastik masa ve birkaç sandalye ne kadar lüks gelebilirmiş kişi sevdiğiyle olunca! Hal hatır sorma, birkaç latife, ikram edilen sıcak çay, dolu dolu sessizlik anları bazen ve tazelendim yeniden. Derken aklıma kendime vermiş olduğum söz geldi; “Efendim” dedim, “Fakire uygun bir iş varsa, fazla tembellik etmeden işe koyulmak isterim, çorbada benim de tuzum bulunsun!” Derviş Baba gülümsedi, bir an başını öne eğdi ve hemen ardından köşedeki ağacı işaret ederek; “Șu erikleri topla bakalım o zaman!” deyiverdi. Bu bir zamanlar pek iyi olduğum bir işti, çocukluğum aklıma geldi. Erikler artık sararmış, olgunluktan yere düşmeye başlamışlardı. Tepeleme doluydu ağaç. En üst dallara uzanmak adeta akrobatik beceri istiyordu. Sevinçle koyuldum işe, aklımda o meşhur dize uzun zamandan sonra yine; “Çıktım erik dalına…” Neredeyse bütün günümü aldı. Hava çok sıcaktı. Bir elimde kova, diğeriyle nazikçe, ziyan etmeden topluyordum erikleri bir tanesini bile ziyan etmemecesine. Kova kova taşıdım, ilk fırsatta onlardan hoşaf yapılacaktı..
Artık son kovayı taşıyacağım. Mutfağın kurulu olduğu yerin kapısından çıkıp bir adım daha atarsan, alt kat olacak geniş çukur alana düşersin. Aman dikkat! Yandan yandan dar bir geçiş bırakmış bizimkiler, oradan geçmek lazım. Geçeceğim elimde kovayla lakin, köşe bir dönüş yeri var ki, o koridora hafifçe atlamak lazım oradan. Aşağıda çalışanlardan biri küreğini bırakmış tam da, geçeceğim yere dayalı, sapı yolumun üzerinde kalıyor. Gördüm durumu, ona göre geçiş adımımı ayarladım. Ve o anda aşağıdaki genç bir kardeşim küreği kaldırmaya hamle eder gibi olunca, elimle müdahale etmemesi için işaret ettim hemen. Ama dinlemedi beni, yardım etmek niyetindeydi tabi. Onun küreği çektiği an fakir de adımımı atmış bulundum ve küreğin sapının tam ayağımın altına denk gelmesiyle dengemi kaybediverdim; “Güüm!” aşağı, omuzumun üstüne, kovaya beraber bütün erikler de üstüme. Fena incitmiştim omuzumu, sesi duyan koştu; “Nooldu?”, “İyiyim, iyiyim, düştüm geçerken, yok önemli birşey”.. Nasıl olmuştu? Musa Dede’nin tansiyonu düşmüş olabilirdi, malum hava da çok sıcaktı. Kürek meselesini kimseye çaktırmadım, genç arkadaşımın üzüntüsü zaten gözlerinden okunuyordu; evet sıcaktan olmalı, bir anlık dikkat kaybı, sendelemişim.. Buz getirdiler. Omuzumda buz, doğru Derviş Baba’nın masasına. Çok geçmeden fiziki bir çalışma yapacak durumumun kalmadığı anlaşıldı. Hay Allah! Halbuki daha orada geçireceğim bir hafta zaman vardı…
Derviş Baba o durumda beni çalıştırmadı tabi. Ya ne mi oldu? Bütün hafta yanında, sohbetinde, muhabbetle geçti neredeyse. Hakk sohbetiyle, dıştan görene son derece ayık, içten sırılsıklam sarhoş idim. Muhabbet şarabı, Hakk şarabı, kabım aldığınca aldım… İşte o zaman anladım! Erik dalına çıkmıştım, toplamıştım erikleri; erik de şeriat mertebesindeki nefs gibi, içindeki çekirdeğe dikkat edilerek yenmesi gerekirdi, biraz da acılığı olurdu. Nefsi, gayretle, hizmet aşkıyla terbiye ederseniz eğer ödülü vardı. Nasıl ki erikleri toplamış ve sonrasında Derviş Baba’nın sohbetinin tatlı sarhoşluğuyla mesut olmuştum. O da üzüm yemesi idi işte, ki şarap da üzümden yapılır.. Bu aynı zamanda bir sınavdır; biri size erik ağacını gösterip üzüm getirmenizi isterse oradan, zihnin dar kalıplarını aşamayan “bu iş olmaz” der, talep edeni de belki küçümser. Ama inancı, teslimiyeti tam olan aşkılar tereddüt göstermez, o ağaçtan ya getirir üzümü, ya da getiremezse eğer kendi beceriksizliğine üzülür. Üzüm burada tarikat mertebesindeki nefsi temsil ediyor, velakin içinde ufak çekirdekleri var daha…
Böyle “Çıktım erik dalına, anda yedim üzümü”, ama Derviş Baba acaba ben farketmeden az olsun şikayetçi miydi acep halimden? Çünkü şiir öyle devam ediyor; “Bostan(‘Öküz’ versiyonu da var ki daha çok seviyorum) ıssı(sahibi) kakıdı(şikayet etti), dir ne yirsün kozumı(cevizimi)”.. Öküzün sahibi (öküz ben oluyorum, Derviş Baba da öküzün emanet edildiği sahip konumunda) aslında ceviz ikram etmişti. Ceviz hakikati temsil ediyor, hindistan cevizi, içi, suyu, sütü, eti, komple nimet, hayat dolu lezzet. Eğer kabuğu delebilirsen tabi. Ama fakir, üzümün verdiği sarhoşluğu yeğlemiştim. Görünürde erikle işe başlamış, ceviz ikram edilmiş, üzüme fit olmuştum. E bulmuşken bedava hem de iyi kalite, şarabı bırakmak kolay mı? Kim bilir daha ne kadar cevizini ziyan edeceğim Erenlerin üzüm niyetine, öküzlük işte… O gece mutfak ekibi erik hoşafını ikram etti bize, ister inanın ister inanmayın üzüm hoşafı tadındaydı! Nefis… Öküz hoşaftan ne anlar mı dediniz? Eyvallah, anca bu kadar! Huu
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
Paylaş