Paylaş
O kadar ki artık zor koşullarda habercilik yapmak ödüle layık görülmeye başladı gazetecilik örgütleri tarafından.
Doğan Tılıç deneyimli bir meslektaşımız. Yıllardır İspanyol Haber Ajansının (EFE) Türkiye’deki temsilciliğini yapar. EFE’yi belki çoğunuz tanımazsınız ama dünyanın en yaygın ilk beş haber ajansından birisidir; güney ve artık kuzey Amerika ile güneydoğu Asya, Afrika’da İspanyolca konuşulan ülkelerde çok sayıda abonesi vardır.
Bir yandan akademik çalışmalarını devam ettiren, Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi profesörlerinden olan Tılıç, gazetecilik örgütlerindeki aktif çalışmasının da payıyla 2016’da UNESCO’nun Basın Özgürlüğü ödülüne de layık görülmüştü.
Bu yıl da İspanya’nın (bizdeki Sedat Simavi ödülü benzeri) itibarlı gazetecilik ödüllerinden Cirilo Rodriguez ödülünün üç finalistinden biri olarak ilan edildi; İstanbul’daki EFE muhabiri İlya Topper ile birlikte.
Diğer finalistler, İspanyol televizyonu TVE’nin daha önce Rusya’da zor koşullarda çalışan Washington muhabiri Carlos Frangillo ve Rusya, İsrail, Irak, Suriye ve Tayland’da kadın savaş muhabiri olarak çalışan, El Mundo gazetesinden Garcia Prieto.
Ödül sıralaması 26-27 Mayıs’ta İspanya Kraliçesi Letizia’nın himayesinde bir törenle açıklanacakmış.
Aynı zamanda Birgün gazetesinde makale yazarlığı da yapan Tılıç ödüle yaklaşık 30 yıldır sadece Türkiye değil, (iç savaşla bölünme sürecinde) eski Yugoslavya, Afganistan, Irak ve Azerbaycan gibi ülkelerden geçtiği haberlerle aday gösterilmiş.
Zorlaşan koşullardan söz etmiştik.
2017 yılının daha başında sayılırız ve şimdiden 13 gazeteci işlerini yaparken öldürüldü, Gazetecileri Koruma Örgütü (CPJ) verilerine göre.
2016’da bu sayı 46 idi. İkisi Türkiye’den: Azadiya Welat gazetesi muhabiri Rohat Aktaş’ın Cizre’deki çatışmaları izlerken kolundan yaralanması ardından öldüğü, Suriyeli gazeteci Zaher el-Şurkat’ın ise Gaziantep’te (daha sonra IŞİD tarafından üstlenilen) bir suikasta kurban gittiği girmiş kayıtlara.
2015’te 72 gazeteci öldürülmüş; 8’i Fransa’da El Kaide’nin Charlie Hebdo baskını sırasında. 2015’te de Türkiye’de üç Suriyeli gazetecinin öldürülmüş olduğu CPJ kayırlarına girmiş.
Türkiye’nin kayıtlarda öne çıktığı alan gazeteci cinayetlerinden çok hapisteki gazeteci (ve yazarlar) daha çok.
2016’da dünyada hapse koyulan (CPJ verilerine göre) 259 gazeteciden 81’i Türkiye’de. Türkiye’yi 38 gazeteci-yazar ile Çin izliyor, Mısır 25 ile üçüncü sırada. Bölgemizden başka komşular da var bu durumda, örneğin İran’da 8, İsrail’de 7, Azerbaycan’da 5, Rusya’da 2 gazeteci içeride.
Hani bizde hükümet “Gazetecilikten hapiste olan kimse yok, hepsi terörizm zanlısı” diyor ya. İşte gazetecileri, yazarları yazdıkları, söyledikleri, yayınladıkları nedeniyle hapse atan bütün ülkelerde benzer durum var. Oralarda da gazeteciler ya terörist, ya bölücü, ya da casus olmakla suçlanıyorlar. Yani zaten “Ben bu kişileri işime gelmeyen yayınları nedeniyle hapsettim, yargılıyorum” diyen yok.
Üyesi olduğum Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin (TGC) verilerine göre halen 157 “gazeteci ve medya çalışanı” cezaevinde.
Bunların arasında örneğin (üyesi olduğum) Uluslararası basın Enstitüsünün (IPI) Türkiye kolu başkanı Kadri Gürsel de var. Meslek hayatı boyunca terörizme karşı durmuş, son olarak çalıştığı Cumhuriyet’te de özgürlükçü çizgide yazmış olan Gürsel, şimdi “PKK ve FETÖ terör örgütlerine” destek olmaktan yargılanıyor; hem de ikisine birden, aynı anda, Cumhuriyet’ten 10 meslektaşımız ile birlikte. Sedat Ergin Hürriyet’te yazıp duruyor iddianamelerdeki tutarsızlıkları birer birer.
Zor zamanlarda akıl dışılık sınır tanımıyor.
Bir başka örneği de Ahmet Şık.
Fethullah Gülen ve yasadışı örgütlenmesi hakkında kitap yazdığı için, henüz kitabı yayınlanmamış olduğu halde tutuklanıp iki yıl içeride tutulan Ahmet Şık, şimdi FETÖ, PKK ve aynı zamanda DHKP-C suçlarından içeriye atılmış durumda. Şık ve (Nedim Şener’i) o dönem içeri tıkan kumpasın, o dönemin muktedir savcısı, şimdi “FETÖcülükten” kaçak durunda olan, Zekeriya Öz’ün talimatıyla kurulduğu şimdilerde öne sürülüyor.
Gürsel’i, Şık’ı söyledikleri ve yazdıkları nedeniyle içeride olan diğer meslektaşlarımızın kimlerin, ne tür kumpaslarıyla içeri atıldığını mı “hayretle” okuyacak bundan birkaç yıl sonraki okurlar?
Medya çalışanı deyince mesela Barbaros Muratoğlu’nun durumu da var. Hürriyet’in de bir parçası olduğu Doğan Holding’in Ankara Temsilcisi Muratoğlu, gizli Gülen örgütüyle bağı bulunmadığını gören savcıların üst üste iki kez tahliye talebine karşın aylardır tutuklu bulunuyor. Bu aykırı durum, kararın hukuki mi, siyasi mi olduğu sorusuna yol açıyor.
Türk asıllı Alman gazeteci, Die Welt İstanbul muhabiri Deniz Yücel’in tutuklanması uluslararası bir tartışmaya dönüştü malum. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Yücel’in “terör örgütü (PKK) casusu” olmakla suçlarken, Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier “derhal serbest bırakılmasını” talep ediyor. Her iki lider de aslında kendilerini yargı yerine koyuyor. Öte yandan yargının durumu da ortada.
Hiç kimsenin suç işleme ayrıcalığı yoktur, ne gazetecinin, ne askerin, ne istihbaratçının ve ne de siyasetçinin.
Suç işleyen yargılanmalıdır, ama adil yargılanmalıdır; kanıt göstermeden uydurulmuş suçlamalarla, zorlama uzatılan, kendisi cezaya dönüşen davalarla değil.
Gazeteciler, gazetecilikten yargılanmıyor ki demeçleri, ifade özgürlüğünün zedeleniyor olmasını temize çekmiyor.
Yapılanlar doğru değil. Ülke için de insanları için de doğru değil; bu yanlış düzeltilmeli.
Doğan Tılıç’a verilecek ödülden çıktık, nerelere geldik. Ve buradan kim bilir nerelere gideceğiz daha…
Paylaş