Paylaş
Türkiye, Rusya ve İran liderlerinin Suriye’deki son konumlarını görüşmek üzere 22 Kasım Çarşamba günü Rusya’nın Soçi kentinde bir araya gelecekleri açıklandı. Toplantıya verilen önem, bir gün önce dışişleri bakanlarının da buluşmasından belli; teknik çalışmayı yapıp kararı liderlere bırakacaklar. Böylece Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir hafta arayla yeniden Soçi’de olacak ve orada Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile buluşacak.
Sanki isimleri bilmiyormuşsunuz gibi neden mi tek tek saydım. Çünkü bu yazının püf noktası orada...
Putin’in Rusya’nın siyasi, askeri bütün hareketlerine hâkim olduğu konusunda bir kuşku yok. Erdoğan’ın da öyle... Ama Ruhani acaba Suriye’deki İran askeri faaliyeti üzerinde tam hâkimiyete sahip mi? O konuda son sözü Ruhani mi, yoksa İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney mi söylüyor?
Bunu neden mi soruyorum? Çünkü İran Anayasası’na göre ordu, evet cumhurbaşkanına bağlı, ama Devrim Muhafızları dini lidere bağlı. Devrim muhafızlarının İran içinde bir tür jandarma, bir tür rejim bekçisi olarak iş gören koluna Besiç deniyor. Bir ara “İslam devrimi ihracı” olarak da adlandırılmış olan dış operasyonlar biriminin adı ise Kudüs Tugayları.
Kudüs Tugaylarının binlerle ifade edilen ama kesin olarak bilinmeyen sayıda savaşçısı halen (Irak ve ) Suriye’de. Şimdiye dek general düzeyi dahil çok sayıda İran askeri, Devrim Muhafızı olarak Suriye’de Beşar Esad rejimini savunurken öldürüldü. Kudüs Tugaylarının başında bulunan Tümgeneral Kasım Süleymani, (Irak ve) Suriye iç savaşlarının en etkili gizli aktörü sayılabilir. Kah Bağdat’ta ortaya çıkıyor, kah Şam’da, bir Beyrut’ta görünüyor, bir Talabani’nin cenaze namazında Süleymaniye’de, Bir Lazkiye’de, bir Halep’te.
Halep’te en son görülmesinden sonra, şehirden tahliye edilen sivillerin otobüsüne Şii milisler saldırmış, ama İran resmen devreye girerek güya huzur içinde tahliyeyi sağlamış ve bunun sonucunda aslında Türkiye ve Rusya arasında başlayacak olan Astana görüşmelerine –oyun bozucu gücünü kanıtlayan- İran da dâhil edilmişti.
Aslında Rusya’nın 2015 yaz sonunda Suriye’ye askeri anlamda giriş yaparak bütün gidişatı değiştirmesi öncesinde de (Ruhani değil) Hamaney’in Moskova’ya Putin ile görüşmeye (Dışişleri Bakanı Zarif’i değil) Süleymani’yi (bir değil) iki defa elçi göndererek Esad’ın Rusya olmadan dayanamayacağına ikna etmeye çalışması söz konusu olmuştu.
Hameney ve Ruhani’nin farklı tutumları ABD’de Barack Obama döneminde imzalanan ve artık Donald Trump döneminde tehlikeye giren nükleer anlaşmada da görülmüştü; Hamaney (tıpkı başka nedenlerle İsrail’in olduğu gibi) bu anlaşmaya karşı durmuş, ama ambargonun gevşeyeceği vaadi baskın gelmişti.
Putin ve Trump geçtiğimiz hafta sonu Suriye’de askeri çözümün artık (IŞİD’in yenilgiye uğratılmasıyla) söz konusu olmadığını, siyasi çözüm üzerinde anlaştıklarını söyleyince de denklemler sarsıldı.
Gelişmeler adeta Türkiye’yi Cenevre görüşmelerinden çekilmeye zorlayıcı yönde ilerliyor. Erdoğan’ın “Teröristlerin oturduğu masaya oturmam” söylemi siyasi duruşu açık olarak anlatıyor ama Türkiye’nin Suriye’de oyun bozucu gücü Rusya ile girilen yakın işbirliği sonrasında önceki kadar güçlü olmayabilir. Erdoğan’ın papaza kızıp oruç bozmaması, Türkiye’nin Cenevre’deki Suriye masasından kalkmaması ve özellikle YPG konusundaki tezlerini dışarıdan değil, içeriden savunmaya devam etmesi önemli. Çünkü Türkiye’nin masadan kalkmasına en çok memnun olacak aktörler arasında PYD/PKK’nın yanı sıra, ABD ve İran da olacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temel olarak Esad’a karşı devam eden tepkisi nedeniyle “O zaman herkes askerini çeksin” demiş olması sadece Rusya, ABD ve ABD’nin IŞİD’e karşı kara gücü olarak kullandığı PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’ye işaret etmekle kalmıyor aslında. İran, İran yanlısı milisler ve Lübnan’ın şu anda binlerce savaşçısıyla Suriye’de Esad’ı koruyan Hizbullah’ı da kapsıyor.
Bu konu özellikle İdlib çevresinde, Afrin bölgesinde Ankara için giderek sorun olmaya başladı. Erdoğan’ın sadece Rakka, Münbiç değil, Afrin bölgesi içinde demografik, başka deyişle nüfus hareketleri uyarısı yapması da bu durumdan kaynaklanıyor. Ankara, Afrin bölgesi, genel olarak İdlib vilayetinden, iç savaş nedeniyle Esad güçlerinden kaçarak Türkiye’ye sığınan Sünni Arap ve Türkmen nüfusun yerine Kürt ve Suriye Alevileri, ya da Şii nüfusun yerleştirildiği endişesinde.
İlgiç olan, bölgedeki İŞran-Hizbullah varlığının artarak devamından Türkiye kadar (farklı nedenlerle) İsrail’in de rahatsız olması; tabii İsrail’i rahatsız eden her şeyin ABD’yi zaten rahatsız edeceğini unutmamak gerekiyor. Keza Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin İran’ı ülkesine Hizbullah kanalıyla hâkim olmaya çalışmakla suçlayarak istifası ardından Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki yakınlaşma da dikkat çekiyor.
Bütün bu konular Soçi’de gündemde olacaktır. Ancak İran’ın Suriye’deki askeri-siyasi etkisindeki son sözün Erdoğan ve Putin’in görüşeceği Ruhani’de mi, yoksa dini lider Hamaney’de mi olduğu sorusunu akıldan çıkarmamakta fayda var. Özetle Suriye’de İran manevrasına dikkat etmekte…
Paylaş