Paylaş
1 Ocak sabaha karşı İstanbul’da Reina’yı basıp yeni yılı kutlayan 39 kişiyi IŞİD adına öldüren Tacik asıllı Özbek vatandaşı; en azından resmi bilgiler şimdilik böyle.
Üstelik gün geçtikçe yeni bilgiler çıkıyor ortaya ama bunlara dair resmi açıklama da yok.
Örneğin, polisin saldırı bölgesine 3-5 dakika içinde ulaştığı sırada teröristin henüz orada olduğu, etrafta önlem alınmaya başladığı halde rahatlıkla olay yerini terk edip sırra kadem bastığı bilgisi…
Ya da şehir alarma geçmiş haldeyken Zeytinburnu’na, ailesine gidip 4 yaşındaki oğlunu da alarak kaçtığı bilgisi…
Katili bulmadan geçen her gün, İstanbul polisi için ayrı bir ıstırap kaynağına dönüştü ama sadece İstanbul polisi için değil, bütün Emniyet teşkilatı ve dolayısıyla hükümet için.
Geçenlerde bir grupla birlikte üst düzey bir yetkiliyle konuşuyorduk. Konu Reina saldırganının yakalanmasına da gelince, yetkili “Orada bir sorunumuz var” dedi mahcubiyetini gizlemeye gerek duymadan; “Düşünün ki Büyükelçinin katili polis teşkilatındandı.”
Yetkilinin kast ettiği Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un 19 Aralık günü, hem de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu o esnada Suriye görüşmeleri için Moskova uçağındayken öldürülmesiydi.
Suikastın faili, olay yerinde meslektaşlarıyla girdiği çatışmadan öldürülen polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş idi. Altıntaş, cumhurbaşkanı ve başbakan dâhil pek çok ismin –yakın koruması olmasa da- koruma ekibinde görev almış bir polisti.
Cinayeti üslenen olmamıştı ama katilin sosyal çevresi ve eğitim geçmişinde Fethullah Gülen gizli örgütlenmesinin bağlantıları görülebiliyordu.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan özel isteği ile bir Rus güvenlik ekibi de olayın ertesi gününden beri Türkiye’de polise yardımcı oluyor bu cinayet ve arkasındakilerin aydınlatılabilmesi için.
Benim için İstanbul’daki terör saldırısı sorusuna Ankara’daki bir başka terör saldırısıyla cevap gelmesi ilginçti.
Ancak bu bile yetkili makamların zihninde bu saldırılarda (sadece Emniyet değil) devletin asayiş ve güvenlik yapılanmasının 15 Temmuz kanlı kalkışması, darbe girişimi sonrasında içinde bulunduğu sorunlu durumun payı olduğu inancını gösteriyor.
Yıllarca Fethullahçı yapılanmaya adeta taşerona verilir gibi teslim edilen güvenlik yapılarında temizlik başlayınca ciddi bir devlet hafızası sorunu da yaşandığı anlaşılıyor; iki yıl geriye gidince bulanıklıklar, boşluklar olduğu ifade ediliyor ismini vermek istemeyen devlet görevlilerince.
Bu iki ağır soruna bir üçüncüsünü de katmak gerekiyor: Adil Öksüz’ün yakalanamaması.
Adil Öksüz, malum, 15-16 Temmuz gecesi darbe girişiminin karargâhı yapılan Ankara yakınlarındaki Akıncı üssünde yakalanan “Fethullahcı Terör Örgütü (FETÖ) Hava Kuvvetleri İmamı” olmakla suçlanan Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi üyesi.
Yani Pennsylvania’da yaşayan Gülen’den aldığı talimatları Türkiye’deki yasadışı yapılanmaya ilettiği iddia edilen az sayıdaki örgüt yöneticisi arasında.
Malum, (bir iddiaya göre üzerinde gelişmiş elektronik cihazlarla) yakalandıktan sonra jandarma karakoluna götürülüyor, ortalığın savaş alanı gibi olduğu o gece bozkırın ortasında “arazi bakmaya” geldiğini söylüyor, sivillerin alınmadığı askeri üsse o koşullarda nasıl girebildiği açıklanamıyor ama alelacele çıkarıldığı mahkemede hâkim tarafından serbest bırakılıyor.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ geçenlerde Öksüz’ün “Birileri” tarafından saklanıyor olabileceğini söyledi ama o birilerinin kim olabileceğini söylemedi.
Yakalanması şu nedenle önemli ki, Amerikalı yetkililer (belki de iade talebi hakkında ipe un sermek için) “Öksüz’ü yakalayın, emri Gülen’den aldım derse işiniz kolaylaşır” diyorlarmış, gazete haberlerine göre. Aynı gazetelerde Öksüz’ün çoktan ABD’ye kaçtığı haberleri de yer alıyor.
Deneyimli gazeteci Fehmi Koru, sitesinde bu duruma dikkat çekip, polisin elindeki teknolojinin geldiği aşamada, Öksüz’ün yakalanamıyor olmasını, nerelerde olabileceğinin bilinmiyor olmasını izah etmenin zor olduğunu söylüyor.
Üç konu da dış bağlantılı... Bu nedenle Milli İstihbarat Teşkilatının (MİT) da bir sorumluluk payı olduğu söylenebilir, ama kabul etmek gerekir ki hükümetin itibarının da söz konusu olabileceği bu üç önemli konunun aydınlığa çıkarılmasında asıl sorumluluk poliste, daha doğrusu İçişleri Bakanlığı’nda.
Bakan Süleyman Soylu’nun işi kolay değil. Bir yandan IŞİD, diğer yandan PKK’nın terör eylemleri, diğer yandan Meclis’teki ikinci tur oylamadan da geçtiği takdirde, muhtemelen Nisan başında yapılacak başkanlık sistemine geçiş halkoylaması için alınması gereken önlemler var gündeminde.
Ama bu üç konu da onlar kadar önemli, bir an önce açıklığa kavuşturulmasında hükümetin, ülkenin itibarı açısından da yarar var.
Paylaş