Paylaş
Bu sözü edince petrolcüler hemen koro halinde “Daha şu kadar yıl yetecek petrol, bu kadar yıl yetecek gaz” var diye itiraz ediyorlar ama bu sözü eden bir zamanların dünya siyasetine yön veren Suudi Petrol Bakanı Zeki Yamani.
Şeyh Yamani 2000 yılında (aynı zamanda İngiliz parlamentosu üyesi olan) Daily Telegraph yazarı Gyles Brandreth ile mülakatında tam olarak şöyle demiş: “Bundan otuz yıl kadar sonra petrol bolluğu yaşanacak –ama alan kalmayacak. Petrol durduğu yerde bırakılacak. Taş devri, taş yokluğundan bitmedi, petrol devrinin bitişi de petrol kalmadığı için olmayacak.”
Dünya 1973 petrol krizinin başrol oyuncusu Yamani’nin otuz yıl kehanetinin yarısını geride bıraktı ve şimdiden petrol çağının bitişinin işaretleri fazlasıyla ortada.
Baksanıza, ABD’nin Irak işgali 2003’te başladığında petrolün varil fiyatı yüz dolarların üzerine çıkmış ve epey orada kalmıştı. Suriye iç savaşı bir yana, geçen yaz yaşadığımız Suudi-Arabistan-Katar, ya da geçtiğimiz aylarda Yemen üzerinden yaşanan Suud-İran söz düellosu, ye da geçen hafta ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve İslam İşbirliğinin buna tepkisi gibi gelişmeler bundan beş yıl öncesi olsaydı, petrol fiyatları çıldırırdı. Oysa ufak tefek kıpırdanmalar dışında bir şey olmadı.
Neden mi?
Nedenlerinden biri, Suudi Bakanın bu erken uyarısını kendi ülkesi değil, ama başka iki ülkenin ciddiye almış olması. Bunlardan birisi İran oldu, diğeri ABD.
İran’ın son on-onbeş yıldır nükleer enerjiye geçme isteğini sadece doğusunda Pakistan ve Hindistan, batısında İsrail gibi atom bombası ülkeler karşı kendi atom cephaneliğini kurmak olduğuna inanacak kadar saf olamayız. İran, Rusya’nın yardımıyla enerji kaynaklarını çeşitlendirmek, böylelikle ekonomisini yalnızca petrol, gaz ve silah sanayiine bağımlı kalmaktan kurtarmak istiyor. Ama ABD ambargoları ve kendi içindeki şahin-güvercin çelişkisi nedeniyle dik duramıyor pek.
ABD ise 2005 yılında, yani 2003’teki İran işgali ardından önemli bir saptama yaptı. Orta Doğu’ya müdahaleleri mutlaka kendi lehine sonuçlanmıyordu ama petrol ve gaz fiyatları arttığı için mutlaka Rusya ve İran gibi hasımlarının işine yarıyor, onları güçlendiriyordu. Kongre’de oluşturulan bir çalışma grubu 2006 itibarıyla şu sonuca vardı: ABD petrol ve gaz dış alımını bırakıp, özellikle Orta Doğu’ya bağımlılığını kopartacak şekilde yeni enerji kaynaklarının bulunmasına yönelmeliydi.
Kaya gazı üretimi böyle patladı. George Bush döneminde başlayan çalışma, Barack Obama döneminde uygulanmaya başladı ve Obama 2017 itibarıyla ABD’nin artık dışarıdan enerji almayacağını duyurdu. Nitekim Donald Trump idaresine geçildiği 2017 itibarıyla da ABD enerji dışalımını durdurdu. (Bunun ilk sonucu, petrolünün büyük kısmını ABD’ye satan Venezuela’nın ağır bir ekonomik ve siyasi krize girmesi oldu.)
ABD’nin artık Orta Doğu’daki savaşlara doğrudan müdahil olmayacağı tahmininde bulunmak, hala boğazına kadar batmış haliyle çelişmiyor. Bu bir süreçtir ve ani sıçramalar beklememek lazım. Ama Obama gibi Trump’ın da (özel kuvvetleri saymıyoruz) Suriye’ye ordu göndermek yerine orada kendisi için savaşacak yerli işbirlikçiler bulma çabası bunun işaretlerini veriyor.
Çünkü ABD’nin dikkati şu anda Çin ve Rusya ile ciddi bir ekonomik, siyasi ve kaçınılmaz olarak askeri rekabete girdiği Pasifik Okyanusu bölgesinde; odağında ise zaten trajikomik oyununu sürdürmeye gönüllü Kuzey Kore diktatörü Kim Jong Un var.
Suudi Arabistan’da en yakın arkadaşı Trump’ın İsrail yanlısı damadı Jared Kushner olan Veliaht Prens Muhammed bin Salman aracılığıyla başlayan dönüşüm hareketleri, kuşkusuz petrol çağının Yamani’nin kehanetini gerçekleştirmek üzere sönmekte olduğunun bir başka işareti. Bu kadar insanın doğasına aykırı bir sistem petrol dolarların sağladığı silahların baskısı olmadan sürdürülemez. Suud yönetimi artık petrol fiyatlarıyla oynayarak istediğini yaptıramayacağını görüyor. Kudüs konusunda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla toplanan İslam İşbirliği Örgütünde Arap-olmayan üyelerin baskısıyla uzlaşmak zorunda kalması bile bunu gösteriyor.
Dolayısıyla ABD’nin petrol ve gaza dış bağımlılığını kesmek suretiyle petrol ihracatçısı ülkelerin dünya siyaseti üzerindeki (yükselen fiyatlar yoluyla kurduğu) etkiyi kırma stratejisinin işe yaradığı görülüyor.
Ancak bu stratejinin en güncel ayağı olan kaya gazı üretiminin de bir geçiş dönemi aracı olduğunu görmek gerekiyor; neticede o da bir fosil yakıt ve bir teknolojik sıçrama anlamına gelmiyor.
Ama şu saptamalar mümkün. Buharlı makinenin bulunuşuyla sanayi devrimi, içten yanmalı motorlarla petrol çağının doğuşu yeni sosyal sınıfların, yeni mesleklerin, yeni üterim biçimlerinin, yeni yönetim biçimlerinin, yeni silahlar ve yeni uluslararası siyaset mekanizmalarının doğmasına yol açmıştır. Dijital çağın yapay zekâya yol alışı ve yeni enerji biçimlerinin petrolün yerini alacak olması da öyle sarsıntı ve dönüşümlere yol açacaktır. Bu değişim örneğin Birleşmiş Mşilletler, Avrupa Birliği, NATO, Dünya Bankası gibi kuruluşları da kaçınılmaz olarak etkileyecektir.
Otomotiv sanayinde hızla içten yanmalı motorların yerini elektrik motorlarına bırakıyor olması, sadece çevre duyarlılığı ile değil aynı zamanda mevcut üretim yapılarının artık sürdürülemez olmasından da kaynaklanıyor.
Bu yeni enerji biçimi (su, güneş, rüzgâr, dalga ve benzeri) yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektrik enerjisini saklayabileceğimiz yakıt hücrelerinin bulunmasıyla mı olacak –mesela bizde bolca bulunan bor burada bir işe yarayacak mı? Bunu henüz bilemiyoruz ama değişim rüzgârları sert esmeye başladı.
Rusya, Çin, Almanya, Japonya gibi ülkelerin bu dönüşüm rekabetinde ABD’yi tek başına bırakarak her şeyi eline almak istemesine seyirci kalmayacağını da hesaba katmak lazım. Ama bu işin odağında petrol çağının bitişi ve yerini başka enerji kaynaklarına bırakması yer alacak.
Bu konu şimdi nereden mi çıktı?
Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) tarafından düzenlenen Enerji Sempozyumlarının 11’incisi 14 Aralık’ta Adana’da başladı, bugün tamamlanıyor. Sempozyumun bu yılki konusunu “Enerjinin Geleceği” olarak belirlemişler. Ben de –serde mühendislik eğitimi var ya- katıldım. Sadece başarısız özelleştirme modelleriyle bazı şirketler batmaktan bizim vergilerimizle ve çocukların sabah karanlığında okul yollarına dökülmesi pahasına kurtarılmaya çalışırken bizim dünyada “bir insan hakkı olan” enerjiye en çok parayı veren ülkelerden olmamız konuşulmadı. İşte bütün bu konular, bu “dağın arkasını görme” çabası da konuşuldu.
Ben hükümetin yerinde olsam, Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın yerinde olsam, TMMOB yetkililerini hasım saymak yerine onların –bazen sert de olsa- eleştiri ve önerilerine kulak verir, halkın yararına olacak sonuçlar çıkarmaya gayret ederim.
Toplantılar bir yana, petrol çağının bitmesi, petrol sahibi olmadığı için Türkiye’nin siyasetteki rolünü artırması fırsatı da sayılabilir. Bu fırsat bütün entelektüel birikimlerden yararlanarak iyi değerlendirilmeli derim.
Paylaş