Paylaş
Her şey bittikten sonra polislerle birlikte güvenlik kamerası kayıtlarından izleyip saptamıştık.
Önce 7 asker televizyon binamıza giriyor, yedisi de ön kapıya geçip gazete ve internet binamıza; bu yüzden biz Hürriyet binasında bir dakika kadar sonra basıldık.
Binamıza girerken askerler eğitildikleri gibi G-3 otomatik piyade tüfeklerini bizlere, iç avluda yukarı katlarda ne olduğunu anlamak için merak eden, fotoğraf çeken arkadaşlara doğrultup “kıpırdamayın” filan diye bağırıyorlardı.
Başlarında, elinde 9 mm bir otomatik tabancayı açık emniyetle taşıyan yüzbaşıya “Lütfen biraz sakin olun, silah doğrultmayın, biz gazeteciyiz, zarar veremeyiz size” telkinleriyle silahları indirtmeyi başardık.
“Yaptığınız doğru değil” dedik, “Bırakın gazetemizi çıkaralım” dedik, er ve erbaşlara dönüp “Şüpheli bir durumda ateş etmekten çekinmeyin” dedi. “Ne yapıyorsunuz? Biz gazeteciyiz, ne ateşi?” dedik, “Emirler öyle” dedi.”
“Kimin emri?” dedik, söylemedi. “Öyle bir emir yok, generalleriniz söylüyor, başbakan, cumhurbaşkanı söylüyor” dedik, dinletemedik.
Silah zoruyla dışarıya çıkartıldık gecenin üç buçuğu filandı.
Zırhlı polis cipi geldi. İçeri girmeye çalışınca ateş açıldı. Bir askeri helikopter daha geldi, bina üzerinde alçaktan uçtu, bir tarama daha duyuldu, o da gitti. Neyse ki vurulan olmamıştı.
O arada binanın önünde bizim de beklediğimiz yerde kalabalık birikmeye başlamıştı.
Bu kalabalık daha bir saat kadar önce dış parmaklıkları zorlayarak tıpkı geçen Eylül ayında olduğu gibi Hürriyet’e girmeye çalışan aynı insanlardı. Daha bir saat önce kendimizi korumak amacıyla çelik kepenklerimizi indirmiş, dış ışıklarımızı karartmıştık. Bu defa CNN Türk yayının askerlerce kesilmesini, Hürriyet çalışanlarının binalarından çıkarılmasını protesto ediyorlardı.
Aralarından biri beni tanıdı, yaklaştı, “Hiç aklıma gelmezdi” dedi, “Bir gün Hürriyet’i savunacağım”.
“Neden?” dedim. “Ben dedi, geçen sene sizi protesto edenler arasındaydım”; doğrusu içinden “taş atıp cam çerçeve indirenler yani” diye geçirmedim değil.
“Ne değişti peki?” dedim. “Siz bu akşam Cumhurbaşkanının sesini duyurdunuz” dedi.
“Demek ki” dedim, “Derdimiz habercilikmiş, değil mi? Demek ki gün gelir sokaktaki sizler gibi ülkenin cumhurbaşkanının da sesini duyuracak bir yere ihtiyacı olabilirmiş, değil mi?” “Valla bravo abi” dedi, tekrar tokalaştık. Aydın Doğan medyası bir anda gözünde o kadar da düşman görünmemeye başlamıştı.
Polisin önce CNN Türk/Kanal D, sonra da Hürriyet binasındaki askerleri tutuklamak üzere binaya girdiği sıralarda Cumhurbaşkanı Erdoğan tatil için gittiği Marmaris’ten İstanbul’a inmişti. Bu 1’inci Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar’ın devreye girip Atatürk havalimanı kontrolünü ele almasıyla mümkün olmuştu.
Binanın içine televizyon tarafından başlayarak polisin girmesiyle askerle aralarında silahlı çatışma çıkmıştı. Daha iki saat kadar önce tartıştığım yüzbaşı kasığından yaralanmıştı. Polis, askeri teslim almak için binaya çok miktarda biber gazı atmıştı. Nefesimiz yanarak binaya ilk girdiğimizde bizi karşılayan oraya buraya saçılmış biber gazı kapsülleri, mermi kovanları ve duvarlarımızdaki kurşun izleri oldu.
Gazın dağılıp, bizim işimizin başına dönmemiz bir saat kadar aldı. Türkiye’nin iniş çıkışlarla dolu siyasi tarihinde hayli kanlı ve neyse ki başarısız kalan bir askeri darbe girişiminden bizim payımıza ilk gece düşen bu olmuştu.
Paylaş