Paylaş
Başka türlü yılın son günlerinde İran’da baş gösteren protesto gösterileri üzerine “Arkanızdayız” türünden, “Rejimin işi bitti” türünden açıklamalar yapmazdı.
ABD gibi İran konusunda çok kötü sabıkası olan bir ülkenin Başkanı olarak, bunun göstericilerin kendiliğinden Amerikan ajanı, dış güçlerin kuklası filan gibi sıfatlarla yaftalayacağını en azından düşünürdü.
Neden mi? Çünkü ABD istihbaratı CIA 1953 yılında, İngiliz istihbaratı MI6 ile birlikte İran’ın petrol zenginliği İran halkının olmalı diye millileştirme niyetini açıklayan Başbakan Muhammed Musaddık’ı derdi koltuk olan Şah Rıza Pehlevi’nin işbirliği ve kiralık sokak çetelerinin marifetiyle devirdi. Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı’nda ayrıntılarıyla yazdım, burada yerim yok ama bunun bütün belgeleri, kimin planlayıp uyguladığı, kaç para harcandığı gibi ayrıntılar elli yıl kadar sonra bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı.
Trump’ın bu çağrısı (benzeri “ha gayret” çağrısı bir de “Ama karışmıyoruz” diyen İsrail İstihbarat bakanı Israel Katz’dan geldi) yalnızca protestocuların “dış güçlerin ajanı” olarak damgalanmasına yol açmıyor, onları sokağa döken haklı gerekçeleri de lekeliyor.
Ne mi o gerekçeler? Örneğin diyorlar ki, biz dünyadan soyutlanmış halde işsizlik ve hayat pahalılığı ile boğuşurken neden Devrim Muhafızlarının Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de savaşması için devasa bütçeler tahsis ediliyor? Örneğin diyorlar ki, kadının neden adı yok İslam Cumhuriyetinde?
Burada şöyle bir ayrıntı var: Tam gösterilerin başladığı günlerde Tahran polisi artık başörtüsü takmayan kadınların tutuklanıp mahkemeye verilmeyeceğini açıkladı. Başörtüsü 1979 İslam Devrimi sonrası mecburi hale getirilmişti. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani tarafından alınan bu karar üzerine Dini “Yüce” Lider Ayetullah Ali Hamaney taraftarı mollalar itiraz etti. Ruhani‘nin bu kararı almasında sadece Suudi Arabistan’da kadınlara otomobil kullanma hakkı tanınmasına cevap kaygısı rol oynamamıştı. Ruhani, kadınlara ne giymeleri, ya da ne giymemeleri gerektiğini söylemenin bir sınırı, bir kullanım süresi olduğu kanısına varmış olabilir.
Bir başka ayrıntı da Devrim Muhafızlarının, İran’ın ikili yapısı gereği Cumhurbaşkanı başkanlığındaki hükümete değil, Dini Lidere, yani Hamaney’e bağlı olması. Ruhani Dışişleri Bakanı Cevad Zarif aracılığıyla dünyayla uzlaşma arayan dış siyaset izlemeye çalışırken Hamaney, Devrim Muhafızlarının Dış Operasyonlar Birimi olan Kudüs Gücü’nün komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani aracılığıyla Irak, Suriye ve Lübnan’da nüfuz savaşlarına giriyor.
Trump’ın sözleriyle rahatsız ettikleri arasında bölgedeki diğer yönetimler var; belki Suudi Arabistan, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi işbirliği yaptıkları dışında dememiz gerekiyor.
Çünkü, dedik ya 1953 hatırlanıyor diye, bölgedeki yönetimler Trump’ın bu sözlerinin ABD’nin 1950’lerden 1980’lere kadar izlediği hükümet darbelerini destekleme siyasetine dönüş işareti mi olduğunu sormaya başlamış olabilirler. (Nitekim Ürdün’de Kral Abdullah’ın kardeşini ve yeğenini görevlerinden azletmesi –tam da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile yakın Kudüs trafiğine girdiği bu günlere denk geldi.)
Bölge ülkeleri İran’ın dış siyasetini destekledikleri, Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Filistin’in işlerine karışın Hizbullah’tan Hamas’a, Haşdi Şaabi’ye dek örgütlere askeri destek vermesinden memnun oldukları için değil, aynı akıbetle karşılaşmak endişesiyle rahatsız olurlar.
Dolayısıyla Trump’ın bir zararı da bölge yönetimlerinin ekonomi ve demokrasi taleplerinin dile getirileceği her türlü gösteriyi, arkasında Amerika olabileceği endişesiyle daha sert yöntemlerle bastırmaya kalkması olabilir.
Nitekim aklı başında Amerikalılar da Trump’a itirazlarını yüksek sesle dile getirmeye başladı. Örneğin Barack Obama’nın Orta Doğu Koordinatörü olan (Türkiye’yi de yakından tanıyan) Philip Gordon, 30 Aralık’ta New York Times’ta yayınlanan makalesinde, İranlı göstericilere verilecek Amerikan desteğinin faydadan çok zararı olacağını, en iyisinin “susup hiçbir şey yapmamak” olacağını yazdı.
İran’da en son buna benzer bir protesto dalgası 2009’da görülmüştü. O zaman İranlılar, Hamaney’e yakınlığıyla bilinen Mahmud Ahmedinecad’ın yeniden cumhurbaşkanı seçilmesinde hile yapıldığı iddiaları üzerine ayaklanmış, 1979’daki İslam Devriminden sonraki bu en büyük protesto dalgasında 30 kişi öldürülmüştü. (Hatırlayacaksınız, Reza Zarrab’ın da dâhil olduğu Babek Zencani liderliğindeki mali suç örgütü Ahmedinecad zamanında İran devleti hesabına çalışıyordu. Ruhani, 2013’te iktidara gelir gelmez bu çetenin üzerine gitti. Zencani, İran’da yargılanıp idam cezası aldı, Zarrab, malum ABD’de itirafçı oldu, yarın (3 Ocak) yeniden mahkemeye çıkacak.)
Ruhani işbaşına gelince önce Obama ile el sıkıştı, sonra da BM ile –şimdi Trump’ın bozmak istediği Nükleer Anlaşmayı imzaladı.
Trump ve bölgedeki işbirlikçilerinin istediği, İran’ın gösterileri kanla bastırması ve böylelikle İran’daki durumun daha da keskinleşmesidir.
İşin ilginç yanı Hamaney de İslam Cumhuriyetinin selameti için göstericilere taviz verilmemesi, derhal sertlikle, gerekirse Devrim Muhafızları ve onların polis gücü Besiçler tarafından bastırılmasından yana.
İşte bu noktada Ruhani sürpriz bir hamle yaptı.
Çıktı “İran halkının protesto hakkı vardır” dedi. “Şiddete izin vermeyiz” de dedi gerçi ama asıl önemlisi ilk cümleydi. Örneğin, Hamaney kontrolündeki İslami İrşad Bakanlığı Twitter ve sosyal medyanın yasaklamaya çalışırken, Ruhani’nin kontrolündeki İran devlet televizyonu ve haber ajansı protesto gösterilerini haber yapmayı sürdürüyor. Ruhani “Bu durumu sistemi düzeltme için fırsat” olarak gördüğünü söylüyor ve aslında Hamaney’in devlet yönetimindeki rolünü azaltmak istiyor; bunun yolunun demokratik hakların kendi kontrolü altında genişletilmesinden geçtiğini düşünüyor.
Tuhaf bir durum ama zıt uçlarda olan Trump ve Hamaney, İran halkının ekonomik ve demokratik taleplerinin engellenmesi değirmenine birlikte su taşıyorlar.
Türkiye’nin yakından izlemesi ve kesinlikle müdahil olmaması gereken önemli bir süreç yaşanıyor komşuda.
Paylaş