Paylaş
Bir hafta önce 25 Eylül’de Irak Kürtleri Irak’tan ayrılmak için yine başkentle anlaşmadan referanduma gittiğinde AB Irak ile bütünlüğünün korunması için dayanışma gösterdi mi? Hayır, göstermedi.
Ama aynı AB Katalanları, İspanya’nın bütünlüğünü bozarlarsa AB’den de çıkmış sayılacakları konusunda uyardı mı? Evet, uyardı; tıpkı daha önce İskoçları uyardığı gibi.
Sadece Madrid değil, Brüksel’den Roma’ya bütün Avrupa başkentlerinin AB’nin geleceğiyle birlikte kendi ulus-devletlerinin geleceği konusunda endişe duymaya başladıkları görülebiliyor.
Hissettikleri varoluşsal tehdit İspanya ve Irak referandumları karşısında gösterdikleri çifte standardı da, İspanyol polisinin “barışçı gösteri” sınıfa girecek protestoları 500 yaralıyla bastırmalarına AB’nin tepkisiz kalmasını da kısmen açıklıyor.
Madrid’in onay vermemesine rağmen yapılan Katalan bağımsızlık referandumu İngiliz hükümetinin AB’den çıkmak için “boşanma koşullarını” görüşmeye başladığı sıralarda gündeme geldi.
Şimdiye dek hep büyüyerek gelişen Avrupa Birliği, ilk defa küçülmeye ve azalmaya başladı.
Son tartışmaların odağında bağımsızlık referandumlarının olması da dikkat çekici; yüz yıl sonra Avrupa coğrafyası dört köşesinden milliyetçilik rüzgârlarıyla sarsılmaya başladı yeniden.
Bu köşelerden birinde biz varız, Türkiye var. Hem Ankara, hem Tahran Kürtlerin Bağdat’tan bağımsızlık koparmak için referanduma girmeleri, kendi Kürt ve terörizm sorunları nedeniyle varoluşsal nitelik taşıyor. Bu nedenle NATO’nun ikinci büyük kara gücü Türk ordusu, Irak ordusuyla birlikte Irak sınırında tatbikatta, Suriye sınırına ek birlik sevk ediyor.
Bu gelişmeler bizi tabloya bir değil, birkaç adım geriye çekilip bütünlüklü bakmaya zorluyor.
AB değil, daha geniş anlamıyla Avrupa’nın jeostratejik anlamda dış sınırlarını tanımlayan dört ağırlık noktası vardır; haritaya baktığınızda daha kolay görebilirsiniz. Bu Kuzey Doğu köşesini Rusya’nın, Kuzey Batı köşesini İngiltere’nin, Güney Batı köşesini İspanya’nın ve Güney Doğu köşesini Türkiye’nin oluşturduğu bir dörtgendir.
Bu tanım çerçevesinde Avrupa’nın jeostratejik ağırlık merkezini Almanya oluşturur; Almanya’nın siyasi, ekonomik ve sosyal çekim gücüyle mevcut “yumuşak güç” odağı olması bu özelliğini güçlendirir.
Bu ağırlık merkezinin dört stratejik dış merkez ile etkileşimi yüzyıllardır Avrupa’daki köklü dönüşümler üzerinde etkili olmuş, aynı zamanda onlar tarafından etkilenmiştir. Fransız Devriminden Alman ve İtalyan birliklerinin sağlanmasına, Birinci Dünya Savaşından Avusturya-Macaristan, Rus ve Türk kara imparatorluklarının dağılmasına, İkinci Dünya Savaşından Soğuk Savaş ve NATO’ya ve nihayet AB sayesinde gelen son barış ve kalkınma dönemi.
Bu dönemin 1989’da Berlin Duvarının, 1991 sonunda da Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla güçlendiği, böylece 2000’lere gelindiğinde büyük Avrupa dörtgeninin Kuzey Doğu köşesinin zayıflayıp, Güney Doğu köşesinin öneminin de azaldığı düşünülüyordu.
Bu tablo 2010’larda değişmeye başladı. Bunda kısmen 2008-2009’da ABD’de patlayan ekonomik-mali krizin AB’deki yıkıcı etkileri, özellikle de İspanya, İtalya ve Yunanistan’ı olumsuz etkilemesinin payı vardı. Kısmen de 2010’dan itibaren Arap Baharı ile tetiklenen Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki devrim, karşı-devrim ve iç savaşların AB ülkelerine göç ve tabancı düşmanlığı şeklinde yansıması. Ve kısmen de Rusya’nın devasa enerji kaynakları ve askeri gücüyle oyuna dönmesinin payı vardı: Rusya, Doğu Avrupa’ya en zayıf noktalardan, Baltık ve Ukrayna’dan, Orta Doğu’ya ise Suriye’den dönüş yaptı; Rus ağırlığı NATO üyesi Türkiye’yi kuzeyde Ukrayna, güneyde Suriye’de adeta sandviç gibi kuşattı.
İngiltere’nin AB’den kısaca “Brexit” denilen kopuşuna dair ilk tartışmalar 2014’teki İskoçya’nın bağımsızlığı referandumunda alevlendi. İskoçların çoğunluğunun İngiltere’den bağımsızlık fikrini reddetmesinde, Londra ile dayanışma adına İskoçlara “Bağımsızlık alırsanız AB dışında kalırsınız” tehdidinin payı vardı.
Ama bu durum İngiliz hükümetini şimdiye dek icat edilmiş en ilkel siyasi silah olan referanduma, geri tepeceğini aklına getirmeden başvurmasına engel olmadı. O zamanki adıyla Avrupa Topluluklarına 1975 yılında bir referandumla girmeyi kabul eden İngiliz seçmeni, 2016’da bir referandumla “Brexit” kararı verdi.
Bir referandum da hükümetin arkasında (Fethullah Gülen’i yönlendiren) ABD ve AB içindeki bazı güç odaklarını gördüğü 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ardından 2017 baharında Türkiye’de yapıldı ve Türkiye icraat gücünün tek başına cumhurbaşkanlığında toplandığı bir hükümet sistemi değişikliğine gitti.
Sadece icra gücünün devlet başkanında toplanması değil, örneğin Irak Kürt referandumunu iç güvenlik meselesi olarak alan Türk hükümetinin daha sert önlemlere başvurabilecek olması da Büyük Avrupa dörtgeninin Kuzey Doğu ve Güney Doğu köşelerini, Rusya ve Türkiye’yi birbirine yaklaştırıyor, benzeştiriyor. Ama bu arada Dörtgenin Kuzey Batı ve Güney Batı köşeleri birbiri ardına referandumlarla sarsılıyor, dağılma ve kopma tartışmaları yaşıyor.
Bu durumda AB’nin hem yumuşak güç olma özelliğini koruması, ama daha önemlisi büsbütün dağılmaması için kıtanın ağırlık merkezindeki Almanya’ya iş düşüyor; belki bunu Batı Avrupa uygarlığının ağırlık merkezi olarak Almanya-Fransa-İtaya üçgeni olarak düşünmekte yarar var. Bu toparlanma olmaksızın Avrupa’nın yeni istikrarsızlıklara savrulacağını, etrafının ama en çok da bu ülkelerin zarar göreceğini tarih bize acı derslerle anlatıyor.
Paylaş