Paylaş
Gazeteci meslektaşlarımız hapisteyken “Bu neyin iç dökmesi?” diye soracaksanız, size “BBC haberini görmediniz mi?” sorusuyla yanıt veririm.
İşin içinde ABD’lilerin yanı sıra İngiliz birlikleri de olduğu halde, İngiliz yayın kurumu BBC’nin 13 Kasım’da verdiği “Rakka’nın Kirli Sırrı” haberi ortalığı karıştırdı. Bu habere göre, ABD (ve ortak sorumluluk nedeniyle İngiltere) askeri denetimi altındaki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) önemli miktarda IŞİD militanının silahlarıyla birlikte şehirden çıkıp gitmesine göz yummuşlar, dahası zarar görmeden çıkmalarını sağlamışlardı.
Buna en sert tepkiyi veren iki ülke Türkiye ve Rusya oldu.
Başbakan Binali Yıldırım AK Parti grubunda “Neler olmuş, neler?” dedi; “Rakka'da DEAŞ’lıları temizlemek yerine, DEAŞ'lılara silahlarıyla birlikte Rakka'dan çıkmaları için destek olmuşlar. (..) Şimdi oradan çıkan, silahlarıyla serbest bırakılan bu DEAŞ mensupları başta Türkiye olmak üzere Avrupa, Amerika, dünyanın her tarafından kim bilir yeni masum insanların katline sebep olacaklar.”
Rusya Savunma Bakanlığı ise tepki çıtasını daha da yükseltti: ABD askeriyesinin Rakka dışında da bir süredir kendi sağladıkları IŞİD hedeflerini vurmadığını öne sürdü? Acaba terörün bitmesini değil yayılmasını mı istiyorlardı?
Oysa şimdiye dek ABD idi Türkiye’yi cihatçı militanların Suriye sınırını kullanmasına göz yummakla, hatta izin vermekle, Rusya’yı da (İsrail’in baş düşmanı) İran yanlısı Hizbullah gibi grupları koruyup kollamakla suçlayan…
Sezen Aksu’nun “Masum değiliz hiç birimiz” şarkısındaki gibi, Suriye iç savaşına kapılan hiçbir aktör tertemiz değil, ama lekeden lekeye fark var, lekenin miktarında da.
Örneğin BBC haberinde Amerikan askeri kaynaklarına dayanarak, IŞİD’cilerin şerhi silahlarıyla birlikte terk etmesine izin verilmesi gerekçelerinden birisini da SGD güçlerinin daha fazla can kaybına neden olmamak diye açıklamış.
SDG’nin belkemiğini malum PKK’nın Suriye kolu PYD’nin silahlı örgütü YPG oluşturuyor; YPG 2014 Kobani’den bu yana kendi askerini Orta Doğu savaşlarında artık öldürtmek istemeyen ABD’nin kara gücü olarak görev almış bulunuyor.
Bu durum Türkiye’nin NATO müttefiki ABD ile arasının açılmasına, NATO üyesi olarak hasmı Rusya ile yakınlaşmasına yol açıyor. Öyle ki, Türk Silahlı Kuvvetleri hem 2016 Fırat Kalkanı harekatıyla Cerablus-Mare-El Bab bölgesindeki varlığını, hem de Astana sürecinde ortaya çıkan İdlib’deki ateşkes gözetim varlığını Rusya’nın hava korumasına borçlu. Ve tabii Rusya’nın (İran ile birlikte) Beşar Esad’ın arkasında olmasına. Yoksa örneğin bir Suriye jetinin Türk birliklerine saldırması halinde ortaya çıkacak vahim sonuçlar olabilirdi. Öte yandan Rusya bir yandan YPG ile de dirsek temasından geri durmuyor.
Bu çetrefil durum Türkiye’nin Suriye siyasetinde gelgitlere neden olmuyor değil.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 13 Kasım’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile 2017 içindeki 5’inci ikili görüşmesini yapmaya gitmeden önce ABD ile birlikte Rusya’ya da çatan sözler söyledi.
Putin hafta sonu ABD Başkanı Donald Trump ile buluşmuş, Suriye’de “askeri çözümün söz konusu olmadığı”, siyasi çözüm bulunması gerektiği konusunda anlaştıklarını açıklamışlardı.
Erdoğan “Merkezi yönetimin şu ana kadar askeri yöntemlerle öldürdüğü insan sayısı 1 milyona ulaştı” diye tepki gösteriyordu Esad yönetimini kast ederek; “Askeri çözüm söz konusu değilse, o zaman çeksinler askerlerini, siyasi yönteme başvurulsun.”
Aradan altı saat kadar geçip Erdoğan Soçi’de Putin ile iki küsur saat görüştükten sonra yaptığı açıklamada ise “Siyasi çözüm için zemin olduğunu” gördüğünü söylüyordu: “Biz en iyi çözümün siyasi çözüm olduğuna inanıyoruz.”
Acaba bu sözleriyle Erdoğan sadece siyasi çözümün çerçevesini çizmesi beklenen Cenevre sürecinin ötesinde, geçiş döneminde Esad’ın da yönetimde olabileceğini öngören Rusya’nın çizgisine mi yaklaşıyordu? Ya da başka türlü soralım: Aslında İdlib ateşkes sürecinden beri, Ankara Şam’la Moskova üzerinden dolaylı işbirliği sürecine mi girdi?
Hayır mı? Peki, o zaman (dün Ertuğrul Özkök’ün de dikkat çektiği) Erdoğan’ın Soçi’ye gitmeden önce sarf ettiği şu sözleri nasıl yorumlamak lazım?
Erdoğan o konuşmasında Merkezi Yönetim ifadesini “öldürdüğü insan sayısı 1 milyona ulaştı” kısmı dışında bir yerde daha kullanmıştı. O da ABD’nin YPG ile işbirliği konusunda Türkiye’ye verdiği “Fırat’ın doğusuna çekilecekler” sözünü tutmamasına tepki verirken sarf ettiği üç cümle idi. Cumhurbaşkanlığı internet sitesinden okuyoruz: “Münbiç boşaltılmamıştır. Münbiç boşaltılmadığı gibi terör örgütü YPG orada şu anda bir işgalci olarak durmaktadır. Ama Merkezî Yönetim, Rusya ve bizler de orayı şu anda kontrol altında ve gözetimde tutmaktayız”
Son cümledeki Merkezi Yönetimin Esad yönetimindeki Şam hükümeti olduğuna dair bir kuşku var mı sizde?
Buradan Ankara ve Şam arasında –en azından kamuya açık- hiçbir temas bulunmadığı halde Moskova üzerinden fiili bir işbirliğinin sürmekte olduğu sonucunu çıkarmak mantığa aykırı olmaz.
Belki de Rusya, Cenevre sürecine PYD/YPG’nin katılmaması, belki sadece SGD’nin katılması konusunda bir temas sürüyordur henüz ortaya dökülmemiş olsa da. Geçenlerde Rusya’nın “Suriye muhalefeti” ile yapacağı bir toplantı yapılmamış, Ankara bunu PYD/YPG’nin de davet edilmesine olan itirazına bağlamıştı.
Ama siz yine de hüküm vermekte acele etmeyin derim. PYD/YPG işleri de bakarsınız tersine dönü vermiş. Ne de olsa Orta Doğu coğrafyasında nehirler, akışın şiddetine göre hızla yatak değiştirebilir.
Paylaş