Paylaş
İki gelişme arasındaki sürede şunlar oldu:
- Türk jetleri Sincar'daki PKK mevzilerini bombaladı,
- PYD Başkanı Salih Müslim Amerikalılara "Türkler bizi [PKK'yı kast ederek] vurduğu sürece IŞİD'e karşı Rakka harekatında yararlı" olamayız mealinde şantaj yaptı,
- Amerikalı yetkililer ortaklarına karşı bu saldırıdan dolayı üzüntülerini belirtti,
- Rusya ABD'ye Rakka harekatı işbirliği için açık çek vererek, Ankara'nın bu konuda kendileri ve Amerikalıları birbirine karşı kullanması ihtimaline kapıyı kapattı,
- Vladimir Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki Soçi görüşmesinde Suriye ve YPG'ye dair çizgi değişmedi,
- Erdoğan ABD'ye iki heyet gönderdi. Bir heyet Rakka-YPG konusuna ağırlık vermek üzere Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanı baş danışmanı İbrahim Kalın'dan oluşuyordu. İkinci heyetse Adalet Bakanı Bekir Bozdağ başkanlığında Fethullah Gülen ve Reza Zarrab'ın durumlarını konuşacaktı,
- O arada Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Amerikalı mevkidaşı Rex Tillerson ile temastaydı,
- Üst düzey heyetin Beyaz Saray'da Trump ile de 'ayaküstü selamlaştığının duyurulması AK Parti hükümeti de en azından YPG konusunda ilerleme sağlanacağı umuduna yol açtı.
Her çaba neticesiyle ölçülür.
Selamlaşma haberinden bir süre sonra, 9 Mayıs'ta Trump'ın YPG'ye daha çok ve ağır silahlar verilmesini onayladığı açıklandı.
Erdoğan 10 Mayıs'ta bir terör örgütüyle [IŞİD] mücadelenin, bir başka terör örgütü [PKK dolayısıyla YPG] yapılmasının yanlış olduğunu, Trump'ın bu yanlıştan 16 Mayıs'taki görüşmeye dek dönmesini ümit ettiğini, olmazsa 16 Mayıs'ta kendisini ikna etmeye çalışacağını söyledi?
Trump'ı ikna etmek mi?
Hani YPG onayını verdiği gün FBI başkanının işine Twitter mesajıyla son veren Trump'ı mı?
Amerikan askeriyesinin iki yıldır planlamasını yaptığı, başlamak üzere olduğu, belki o zamana dek başlamış olacağı bir harekattan vazgeçmeye ikna etmek mi?
Erdoğan ilkesel olarak haklıdır, bir teröristle mücadelede başka teröristten yardım istemek yanlıştır; ama güç siyasetinin çarkları başka türlü dönüyor. Amerika ve Rusya ve Avrupa için şu anda IŞİD'i ezmekten daha önemli bir ortak konu yok. Ve IŞİD herkes için terörist ama YPG'yi terör örgütü sayan sadece Türkiye.
Benim gelişmeleri okuyuşum, Amerikalıların hükümetin İncirlik Üssü'nün kapatılması dahil pek çok tepkisel önlemini göze almış oldukları yönündedir.
Ancak Erdoğan herşeye rağmen Trump'ı Rakka harekatını YPG'siz yapmaya ikna edebilirse bu kendisi için de Türkiye içinde bir diplomatik zafer sayılmalıdır.
Aslında Türkiye'nin son yıllarda bırakalım diplomatik zaferi bir yana, büyük bir diplomatik başarıya dahi fena halde ihtiyacı var.
Zafer sayılmasa da en son başarı, 2016 Mart ayında Avrupa Birliği (AB) ile imzalanan Suriyeli göçmenler anlaşmasıydı.
Bu anlaşmanın Türkiye-AB ilişkilerine fazladan katkısı olmasa da en azından hala ilişkilerin daha da kötüleşmemesi için bir bağ, bir çıpa oluşturduğu söylenebilir.
Kıbrıs ise, pek çoğu Rum hükümeti ve AB'den kaynaklanan nedenlerle ciddi engel olmaya devam ediyor.
Almanya ile ilişkilerdeki pek çok sorun ise Eylül 2017'deki seçimlere dek buzdolabına kaldırılmış görünüyor.
Erdoğan'ın 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ardından gündeme ısrarla taşıdığı idam cezasının geri getirilmesi konusu ise AB ile ilişkilerin geleceğini tehdit eder vaziyette.
Haziran 2016'da Rusya ile (2015 Kasımındaki) uçak düşürme sonrası dibe vuran ilişkiler Kazak lider Nursultan Nazarbayev sayesinde sulh oldu sayılır. Ama (Rus büyükelçinin Aralık 2016'da) öldürülmesini de unutmadan, ilişkiler hala kırılgan ve bu durum turizm ve tarım başta olmak üzere ekonomiye zarar veriyor.
Haziran 2016'da İsrail'le 2010'daki Mavi Marmara faciasından sonra kopan ilişkiler de bir yola girdi. Ancak Erdoğan'ın geçenlerde sabah ezanı yasağı nedeniyle gösterdiği sert tepki, ne kadar kırılgan olduğunu da gösterdi.
Suriye'yi hiç saymıyorum. Ama Türkiye'nin Mısır, Irak, İran, Yunanistan ve Ermenistan gibi komşularıyla ilişkileri iyi olarak tanımlanabilmekten çok uzak.
Yalnızca Katar ve Kuveyt gibi Körfez ülkeleriyle ilişkiler 'tamamen duygusal' temelde ilerliyor gibi. Bir de Japonya, Çin, Hindistan gibi "uzaktakilere" ekonomik ilişkiler.
Aslı'na bakarsanız Türkiye'nin dış siyasi ilişkileri bir süredir gerilemekte.
İlişkiler en son 1999'da Abdullah Öcalan'ın ABD desteğiyle yakalanması ve aynı yıl Türkiye'nin AB üye adaylığının tanınması ile tırmanışa geçmişti.
Bu tırmanış Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı, ekonominin de dümeninde olan Ali Babacan'ın Dışişleri Bakanı olduğu 2009'a dek devam etti; Türkiye'nin Irak Kürt özerk hükümeti ve Ermenistan ile dahi ilişki kurduğu bir dönemdir.
Sonra, Arap Baharı ve Suriye savaşının da etkisiyle gerileme başladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu döneminde Türkiye'nin dış politika hedeflerinin daha iddialı hale gelmesi, bugüne dek bu hedeflere yaklaşılmasını sağlamadı.
Erdoğan'ın 16 Nisan referandumu yoluyla Türkiye'deki tek karar mekanizması haline gelmesi Türkiye'nin güvenlik ve dış politikasına fayda sağlayacak mı?
Türk dış politikası halen ciddi bir duraklama dönemindedir.
Bundan sonra ne yöne doğru devam edeceğini görmek için Erdoğan-Trump görüşmesi bir gösterge olabilir ama asıl Eylül'deki Almanya seçimleri ardından (Angela Merkel kazansa da kazanmasada) AB ile ortaya çıkan dengeler sonrası manzara daha açık görülecek. Mevcut tablo be yazık ki iç açıcı olmaktan uzak.
Paylaş