Paylaş
Çünkü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın istediği sistem değişikliği öyle ezici bir çoğunlukla filan çıkmamıştı.
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) oy sayımına geçilirken mühürsüz oyları geçerli sayacağını açıkladığı için yüzde 51,4 “Evet” oranı bile tartışılıyordu.
“Hayırcılar” yüzde 48,6 ile kaybettiklerine inanmıyordu. Onlar için sokaktaki iki kişiden birisinin, bütün zorluklara, yasaklamalara, Olağanüstü Hal koşullarına rağmen oyuyla karşı çıkması yeterliydi; moralleri yüksekti.
HDP eş-başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ hapse atılmıştı ve Kılıçdaroğlu neredeyse “Hayır” kampanyası yürüten tek parti lideriydi.
CHP’nin Deniz Baykal döneminde yüzde 21-22 civarına oturan oy oranı Kılıçdaroğlu döneminde anca yüzde 25 civarına yükselebilmişti. HDP’nin oy potansiyeli, en fazla yüzde 10 tahmin ediliyordu. MHP’nin yüzde 70 kadarı Devlet Bahçeli’ye rağmen “Evet” dememişti, ama oradaki potansiyel de en fazla yüzde 10’un yüzde 70’i idi. Bunun üzerine Saadet’in en fazla yüzde 2,5 tahmin edilen gücünü de ekleyebiliriz.
Yine de toplam yüzde 48,6 etmiyordu.
Bunun anlamı, CHP’nin eğer isterse “Hayır” rüzgârıyla yelkenlerini doldurup, daha önce erişme imkânı bulamadığı kitlelere de erişebileceği bir momentumu, erişebileceği, bir zaman dilimini, imkânı yakalayabildiği idi.
Elbette CHP’nin halkı kışkırtma eylemlerine açık şekilde sokaklara çağırması yanlış olurdu.
CHP, ana muhalefet olarak elbette YSK’ya itiraz edecek, hakkını arayacaktı.
Ama bunu yaparken bir yandan “Hayır” cephesinde yenilgiye rağmen yükselen morali canlı tutacak bir şeyler, örneğin teşekkür turları, örneğin erken seçim çağrıları, ya da yalnızca hukuk mücadelesiyle sınırlı kalmayan aktif tutum beklentisi vardı CHP tabanında; gazeteci olarak bizlere gelen tepkilerden belliydi.
O beklenti kısa sürede yerini yeniden iç mücadeleyi kamuoyu önünde yapan “eski CHP” görüntülerine bıraktı.
Deniz Baykal’ın CNN Türk’te 2019 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın karşısında çıkacak kişinin CHP genel başkanı olması gerektiğini söylemesi belki doğru bir yaklaşımdı.
CHP’lilerin çoğu 2014’te –sırf Erdoğan’a karşı geniş tabandan oy alma amacıyla desteklenen- Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vermek zorunda kalmaktan rahatsız olmuşlardı.
Ama Baykal bunu öyle bir zamanda söyledi ki…
Daha 2019 seçimlerine iki yıldan fazla zaman vardı.
Üstelik o seçimlerde aday olacağını açıklamasını istediği sırada, Kılıçdaroğlu henüz referandumun iptali için uğraşıp duruyordu.
O da ayrı bir açmazdı aslında. Kılıçdaroğlu “demokrasi sınırlarla bağlı değildir, evrensel değerdir” dese de, Türkiye’deki halk oylamasının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararıyla iptali yolunu denemek siyaseten ne kadar geçerli olacaktı?
Ama Baykal’ın o açıklaması Kılıçdaroğlu’nun çabasının zaten umutsuz vaka olduğunu var sayan bir çıkıştı adeta.
O programda soru üzerine Abdullah Gül kapısını açmasına Gül yalnızca son derece sert bir “367’yi unutmadım” yanıtı vermekle kalmadı. Bir de “memleketin şu kadar sorunu varken 2019’la uğraşıyorsunuz” dedi.
Denize aşina olanlar bilir: rüzgârı kaçırırsanız yelkeniniz söner.
CHP bir anda kendi içine döndü, içinde uğraşmaya bir görüntüye döndü.
Sözcü Selin Sayek Böke, bir basın toplantısındaki soruya hazırlıksız bir yanıtla Meclis’in kurucusu CHP’nin Meclis’ten çekilebileceği yanıtını verdi. Deniz Zeyrek’in dünkü Hürriyet’te yazdığına göre, yabancı bir heyetle görüştüğü için Kılıçdaroğlu’nun telefonunu cevapsız bırakınca, yalanlama ve düzeltmeyi Levent Gök yaptı. Tartışmalar sonucu geleceği olabilecek siyasetçi sayılan Böke istifa etti gitti.
CHP’nin müzmin muhalifi Fikri Sağlar’ı parti yönetimine diğerlerinin itirazı altında Kılıçdaroğlu almıştı.
Sağlar, Kılıçdaroğlu’nu “tek adam yönetimi kurmakla”, yani CHP’nin Erdoğan’ı, Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nu suçladığı lisanla suçladı. O da gitti.
Baykal’ın zorlamasıyla “olağanüstü Kurultay” CHP’nin yeniden gündemine girdi.
Kılıçdaroğlu bu gelişmeleri “Beştepe CHP’nin içini karıştırıyor” diye yorumladı. Dün de partili belediye başkanlarına “Bu ülkenin yüzde 50’den fazlası ‘Hayır’ dedi, İktidar yüzde 49’u dağıtmak istiyor” diye seslendi. CHP’den kimse de çıkıp “Erdoğan’ın CHP içini böyle karıştıracak kadar güçlü bağlantıları mı var CHP yönetiminde?” diye, “Biz yüzde 49’u tutmak için mahkeme başvuruları dışında ne yapıyoruz?” diye sormadı.
Bu işleri CHP’lilere Erdoğan’ın yaptırıp yaptırmadığını bilemiyorum ama olan biteni keyifle izlediğinden eminim.
Çünkü CHP “Hayır” rüzgârıyla yelkenini doldurup denizlere açılmak yerine kendi bindiği dalı keser görüntü veriyor şu anda.
Baykal’ın da, Kılıçdaroğlu’nun da halen Türkiye’nin dört bir yanında CHP seçmeninin, hatta daha geniş bir “Hayır” kitlesinin kendileri hakkında neler konuştuğunu duymaktan hoşlanacağını sanmam, ama duymak zorunda olduklarına inanıyorum.
CHP’nin kendisi seçmenine, hatta daha fazlasına affettirme ihtiyacı içinde olduğunu görmelerinde fayda var.
Meşru zeminde yapılan siyasette hiçbir şey için çok geç değildir.
CHP’nin bindiği dalı kesmeyi bırakmasında yalnızca Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olmuş partilerinin selameti için değil, Türkiye’de demokratik hayatın selameti için de fayda var.
Güçlü demokrasi, güçlü iktidar değil, güçlü muhalefet demektir çünkü.
Güçlü iktidar için demokrasi olması gerekmez, ama güçlü demokrasi için güçlü muhalefet gerekir.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR
Paylaş