Paylaş
Onu hayatımda ilk defa, 15 Temmuz 2016’yı 16 Temmuz’a bağlayan gece görmüştüm. Darbe kalkışması başlamış, halk sokağa dökülmüş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CNN Türk aracılığıyla halka hitap etmiş, İstanbul’a inmişti. Saat 03.00 sıralarıydı. Biz işimizin başındaydık. Düzgün habercilik yapmanın, demokrasiye sahip çıkmanın parçası olduğuna inanarak işimize sahip çıkıyorduk.
Helikopterle gelip otoparkımıza indiler. Bir kısmının CNN ve Kanal D’nin bulunduğu Bağcılar yerleşkemizdeki TV-radyo binasına girdiğini Ferhat Boratav’ın telefonuyla öğrenmiştim. Bir kısmı da Hürriyet, Hürriyet Daily News, internet yayınları ve DHA’nın bulunduğu, bizim ‘gazete binası’ dediğimiz binaya girmişti.
İşte onu, Yüzbaşı Süleyman Ahmet Kaya’yı ilk o sırada gördüm. Darbeciler adına gazetemizi basan timin başındaydı. Ben de binadaki en kıdemli editör olarak diğer arkadaşlarımızla birlikte (Sefer Levent, Deniz Zeyrek, Ateş Yalazan en önde duranlardandı) onun karşısındaydım. Binaya girerken belki bizleri korkutmak amacıyla havaya ateş açtığı 9 mm otomatik tabancası hâlâ elinde olduğu halde emirler yağdırıyordu.
15 Temmuz’u 2016’yı 16 Temmuz’a bağlayan gece, İstanbul’daki Hürriyet ve CNN Türk binalarını basan darbeci Yüzbaşı Süleyman Kaya, çalışanları binanın dışına çıkarırken, Murat Yetkin, “Genç adamsın, kendini yakıyorsun, mesleğini yakıyorsun, vazgeç” diyordu.
Önce askerlerine G-3 otomatik tüfeklerinin namlusunu indirme emri vermesi için ikna etmeye çalıştım. Biz doğal olarak silahsızdık. Erler ise ne olduğunun farkında bile görünmüyordu, muhtemelen yataklarından kaldırılıp getirilmişlerdi ve birinin eli tetiğe gitse felaket yaşanabilirdi. Birkaç cümle sonra o emri verdi, namlular yere indi. O ilk kırılma anı oldu.
Birkaç defa üsteledik. Aldığını söylediği emirler geçersizdi. Cumhurbaşkanı, Başbakan, generaller televizyonlarda konuşmuş, darbe girişiminin hedefine ulaşmadığı belli olmuştu. “Genç adamsın, kendini yakıyorsun, mesleğini yakıyorsun, vazgeç” diye birkaç defa üstelediğimi hatırlıyorum.
GEÇEN SENE SİZE TAŞ ATANLARLA BİRLİKTEYDİM
Olmadı, bizi silah zoruyla dışarı çıkardılar. Dışarıda bir grup protestocu vardı. Aralarından biri beni tanıdı; “Sen Murat Yetkin’sin” dedi. Etrafımı sardılar, “Hiç aklıma gelmezdi” dedi, “bir gün Hürriyet’i savunacağım.” “Neden?” diye sordum. O sırada polis içerideki askerlere “Teslim ol” anonsu yapıyordu. “Ben” dedi, “geçen sene size taş atanlarla birlikteydim.” “Ne değişti peki?” diye tekrar sordum. “Siz Cumhurbaşkanı’nın sesini duyurdunuz” dedi. “Demek ki” dedim, “derdimiz habercilikmiş, değil mi? Demek ki gün gelir sokaktaki sizler gibi, ülkenin cumhurbaşkanının da sesini duyuracak bir yere ihtiyacı olabilirmiş, değil mi?” “Valla bravo abi” dedi, tekrar tokalaştık, helalleşip ayrıldılar.
O sırada bir başka askeri helikopter bahçemize inmek için alçalmaya başladı, sonradan Harp Akademileri’nden bir grup subayın içerdekilere destek olmak amacıyla gönderildiğini öğrenecektik. Polis ateş açtı, onlar ateş açtı, polis tekrar ateş açtı, indirmedi, biz hep izliyorduk. Polis sonunda binaya gaz bombası attı. Polisle çatışıp yaralanarak en son teslim olan Yüzbaşı Kaya idi.
Onu ikinci görüşüm bir yıl sonra, 17 Temmuz 2017’de İstanbul Çağlayan’daki 27’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ilk duruşma sırasında oldu. Kaya ve kendisi gibi yüzbaşı rütbesindeki iki baskıncı arkadaşı, Erdal Şeker ve Mehmet Akif Aslan aleyhinde terör örgütü üyeliği, hürriyeti kısıtlama, silahlı tehdit ve hükümeti zor yoluyla devirmeye, yani darbeye kalkışmak suçlamalarıyla üçer kez ömür boyu hapis cezası isteniyordu.
O gecenin hem tanıkları hem de mağdur-şikâyetçileri olarak Erdoğan Aktaş ve Süleyman Sarılar ile birlikte (onlar da bizim Hürriyet’te yaşadığımızı CNN Türk ve Kanal D’de yaşamış, darbe baskıncılarına direnmişlerdi) duruşma salonundaydık; şimdi hesap zamanıydı.
Kimlik tespiti yapılırken, artık ordudan çıkarıldığı için ‘eski yüzbaşı’ Kaya sağına döndü, sanki sesimin geldiği yönü arıyordu.
Ben de o sırada jandarmalar arasında tutuklu oturan bu üç eski subaya bakıyordum.
Göz göze geldik. İnsanın hayatında kaç defa başına gelir? Darbecimle göz gözeydim, bir-iki saniye durduk.
Biraz mahcup, biraz kaderci bir gülümsemeyle başıyla selam verdi.
Gülümsemeden selamına başımla karşılık verdim.
Sonra düşündüm. Bundan bir yıl bir gün önce “Yakma kendini, bırak” telkininde bulunduğum kişi, kendisini gerçekten yakmıştı. Üstelik ülkeyi de yakacak bir dava uğruna yakmıştı.
NE TÜR DESTEKLERİ NASIL ALIYORLAR?
Ailelerinin kim bilir ne zorluklarla yetiştirdiği üç eski yüzbaşı da ömür boyu hapse mahkûm edildi.
Sadece onlar da değil. Bugüne dek 58 general, bu üç yüzbaşı dahil 629 subay müebbet hapis cezasına çarptırıldı, diğer cezaları hiç saymıyorum. Hükümetin 20 Temmuz 2016’da ilan ettiği Olağanüstü Hal çerçevesinde hazırlanan Kanun Hükmünde Kararnameler ile 100 bini aşkın kişi kamudan çıkarıldı. Kurunun yanında yaş da yandı.
Bu davaların sonuçlanması ve mahkûmiyetler tek başına 15 Temmuz’da tam olarak nelerin olduğunu, üzerinden iki yıl geçtiği halde bize tam olarak anlatamıyor. Fetullah Gülen hâlâ ABD’de, dünyanın dört yanına ve Türkiye’ye yayılmış yasadışı şebekesine talimatlar veriyor. Veriyor ama biz hâlâ Gülen’in son 30-40 yıldır devlet kademelerine nasıl sızdığını, AK Parti iktidarlarına sunduğu desteğin arkasına gizlenerek devlet kademelerinde nasıl kilit noktalara gelebildiğini, özellikle de Türk Silahlı Kuvvetleri’nde nasıl sessiz ve derinden örgütlendiklerini, bunu yaparken dışarıdan ne tür destekleri, nasıl aldıklarını tam olarak bilmiyoruz.
Bunlar hâlâ birer kara delik. Bu kara deliklerin gerçekten ve siyasi boyutlarıyla aydınlanması gerekiyor.
Paylaş